İç ve Dış
Gerçekle temasta olma düşüncesi, insanlığın "doğal kozmos"tan "inşa edilebilir kozmos"a geçişiyle ve bu süreçte bireyin öznelliğini keşfetmesiyle başlar. Doğal kozmos insanın en başından sahip olduğu ve seçemeyeceği özellikleri, aidiyetleri temsil eder. Zorunlu olarak gösterdiği adaptasyonların ve öğrendiği ilk reflekslerin olduğu; bir “kuluçka dönemi” gibidir. İnşa edilebilir kozmos da kişinin birey olma yolunda aldığı sorumlulukları, hayatında yaptığı değerlendirmeleri ve sonucunda verdiği kararları temsil eder. İnşa etme fikri hem gerçek anlamda yaşamda yenilenen ve oluşturulan inşaları içerirken hem de bazı duvarları yıkmayı içinde barındırır. Yazının devamında daha iyi anlayabileceğimiz üzere bu dönemin ismi de “kozadan çıkış”tır.
Bahsedilen dönüşüm, bireyin içsel ve dışsal dünyaları arasındaki ilişkiyi yeniden yapılandırmasına benzetilmiş. Tanımlardan içsel dünya anne-baba ile olan ilişkileri, aileyi baz almışken dış dünya “ev” dışındaki iletişimleri baz almış.
Söz konusu makalede birey olma yolunda Kant ve Klein arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılmış. Fransız Devrimi, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulu gibi toplumsal değişimler Kant'ın sentez anlayışını, yani bireyin bütünleşme çabasını temsil eder. Tek kavramından çok kavramına, içten dışa geçiş tamlık halini getirir. Melanie Klein’ın nesne ilişkileri teorisi ise bu içsel süreçleri ve bireyin sağlıklı ilişkiler geliştirmesinin önemini vurgular. Bu çapı büyütme, halkayı genişletme, kapsayıcılığı artırma eylemi ancak veriler arasındaki ipler doğru bağlandığında ve neden-sonuç ilişkileri doğru kurulduğunda gerçekleştirilebiliyor olur.
Tez-antitez-sentez bütünlüğü, bireyin kendini ilk var ettiği, var edebileceği ve var etmesi gereken ailede başlar. Kurulan tüm ilişkilerin temeli burada atılır, prototipi burada üretilir ve yaşanır.
Toplumun en küçük birimi, ideolojik yapıların beşiği ve güvenli bölge aile, sahip olunan edinimler iyi değerlendirildiğinde yükselen bir rampa olabilirken gerekli dönüşümler gerçekleşmediğinde ise fertleri derin bir kuyunun ağzına getirebilir.
İç’i Bütünlemek
Aile ve toplumu, iç ve dış çatışkılar açısından birlikte değerlendirmek ve bir sonuca ulaşmak için bahsi geçen teorileri daha anlaşılabilir halde ifade etmek gerekir.
Klein’ın teorisi iç dünyalarda iyi-kötü nesnelerden ve nesnelerin sebep olduğu kutuplaşmadan bahseder. Bu içteki çatışma, dış için bir ayna görevi görür ve bireydeki çelişkiler topluma da yansıyor olur. Yeni sistemler bu kutuplaşmaları ideolojilere, politiğe yansıtarak mevcut fikir ayrılıklarını biraz daha geniş bir alana taşır ve toplumu parçalar, bireyleri yalnızlaştırır. Fakat bu teorinin sonucunda çözümsüz bir yere evrilir ve bugünkü yerimizde sayarız.
Kant’ın söylemi ise bu çatışkıların aşılabilir olmasıdır. Bu aşma potansiyeli doğal ve inşa edilebilir kozmos için yeterli enerjiyi sağlamaktadır. Toplumsal çatışkılarla başa çıkmak için önce içtekilere bakmalı ve bunları bir bütün olarak ele almalıyız. Kant iyi ve kötü, makro ve mikro aynı nesnede sentezlenirse birey gelişir görüşünü savunur. İlkeye göre zıtlıkların birleşiminin bütünü oluşturması bize Heraklitos’u, zıtlıkların birbirini barındırması Hegel’i anımsatır. Bu ilke bize çözüm açısından alternatifler sunmaktadır.
Haz-Arzu İkiliği
İç-dış’ın toplumsal tezahürleri günümüzde sistemlerin elindendir. Metinde neoliberalizmin ürünleriyle ilgili bazı jargonlara yer verilmiş. Anlatılmak isteneni vermek için dili biraz sadeleştirerek derine kazmak daha doğru olabilir. Bu iki kavram için de ilkel savunma mekanizmaları tanımı yapılmış. Genel itibariyle sistemlerin bireyleri sürekli olarak ihtiyaçtan isteğe, üretimden tüketime, temelden karmaşığa ve uçlarda yaşamaya ittiğini ifade etmişiz. Bir yönüyle insanı doğduğu yerden uzaklaştırırken bir yönüyle de ilkelliği tek çare olarak önümüze sunduğu izlenimini uyandırmış.
Bunları yaparken tıpkı iyi ve kötü gibi arzu ve haz kavramlarının kullanıldığını görüyoruz. Bakış açısında arzu kavramı manevi olarak itici gücü temsil ediyor. Lacan’ın düşüncesine göre arzuların sonunun gelmemesi, karşılanamayacak olması onu fişekleyici, uyaran madde yapan neden. Arzu tanımı gereği bir motivasyon ve bireyi anlamlı bir var oluşa yönlendiren faktörlerden biri. Haz ise arzunun maskelenmiş hali. Adeta içinden ruhu çıkarılmış bir beden gibi, sahte, yanıltıcı ve tehlikeli.
Neoliberalizmin refleksi arzuyu hazza indirgermek ve kişiyi güdüsüzleştirmektir. Bu güdü olmadan birey kolektivite ve amaçlardan uzak, yalnız ve tüketim odaklı bir canlıdır. Haz, hız, anlık yoğunlaşmalar; gerçek derinliği kapsamaz. Toplumsal çürümelerin temel etkenlerinden biri pazarlanan hazdır. Arzu, insanın kendiyle yüzleştiği, kendini fark ettiği ve tanıdığı bir yoğunluktur. Arzu gerçektir, toplumdur.
Bir, İki ve Dil
Bir’i dille ifade etmek zordur çünkü onu eksilten bir eylemdir. Anlamını, değerini, ağırlığını azaltır. Yoğunluğunu ve şekilsiz oluşunu kaybettirir. Çünkü Bir, özne, benlik; kalıplara sokulamadığı ölçüde gerçektir. Özü gazdır. Dille ifadesi onu sıvılaştırabilir. Ancak bu hareketin indirgenmesi düzenin onu katılaştırmaya çalışmasına da yol açabilir. Buna göre Bir, yapısı gereği eksik var olacaktır.
"Bir" ve "İki" arasındaki asimetrik ilişki, öznenin tamamlanmamışlığını ve hayali tamlık arayışını temsil eder. Bir, bardağın tamamını görmemiz ve değerlendirmemiz için bir İki’ye ihtiyaç duyar. Aksi halde bu karşılaştırma yapılmadan bardağın boş tarafı gibidir. Kendini ötekiyle kıyaslamadan eksiğini göremez. Bir’i bir yapan ve arzusunu yaratan İki’nin varlığıdır. Bu ortaya bireysel bir iletişim türü çıkarır, ister istemez mono bir yapı oluşturur. Bu anne ve bebeğin ilişkisine benzetilir.
Fakat bu ilişki yalnızca bireysel olmamalıdır, sosyal bir boyut kazanmak için üçüncü bir unsur gerektirir.
Üç’ün Etkisi
Üç’ün, Lacan’a göre babayı temsil ettiğinden bahsedilir. Bu yönüyle Üç, asimetrik ilişkiye hem toplumsal bir yön katar hem de yasanın simgesi rolünü üstlenir. Asimetrik ilişkide ortaya koyulamayan sosyalliği var eder ve iletişim artık nesnel bir boyutta işler. Dil, işlev kazanır.
İlksel ilişkiyi kıran ve simgesel düzene sokan yasa, etiği, ahlakı, toplumu, gelişimi ve değişimi temsil eder. Monoluktan vazgeçmeyi, ilk metinle bağdaştırırsak hem kuluçkayı hem kozadan çıkışı anlatır. Dahil olduğu ortamı özgürleştirir, özgünleştirir ve arzu kavramını farklılaştırır, kısıtlar. Kapsayıcı rolüyle bir topluluk oluşturmaya, dışa adım atmaktadır.
Hakikat
Lacan’a göre öznenin eksikliği, onun var oluşunun temelidir. Yani Bir, tam olmadıkça Bir’dir. Buna göre tutunulacak hakikat, eksikliği kabul etmekle başlar. Tıpkı gerçek bilgiye bilginin sonsuzluğu kabul edildiğinde ulaşılabileceği gibi… Çünkü bilgelik, her şeyi bilemeyeceğini fark ettiğinde ve kabul ettiğinde ulaşılan bir mertebedir. Hakikat, dilin sınırlarının ötesindedir.
Ego-Gerçeklik
Ego yazıda, eksikleri maskeleyen bir ideadır. Sistemlerin sevdiği üzere maskeleyici bu etken de düzen tarafından bize sunulur, dayatılır. "Sağlıklı bir ego" ideali, bireyin gerçekliğinden kaçış olarak yorumlanır. Fakat özne arayışında ve hakikat yolunda tıpkı haz gibi ego da bir caydırıcı faktör ve hastalıklı yapıdan başkası değildir.
Öznenin Özneliği
Lacan öznenin daima eksik kalacağını ve kalması gerektiğini savunur. Daha önce de açıkladığımız üzere “Bir, eksik var olur.” görüşünü savunur. Fakat Hegel öznenin eksiklerin ötesinde bir birlik, Bir’lik, yakalayabileceğini öne sürer. Başka bir anlamda öznenin eksiklerle kendi olduğu fikrini kabul edersek Hegel’in bahsettiği, kendini aşma olarak da yorumlanabilir.
Makalede, öznenin sosyal ve dilsel bağlamda nasıl oluştuğu ve arzusunu nasıl şekillendirdiğinden bahsediliyordu. Bir, bireyi temsil ederken zincire eklenen İki ve Üç, toplumsallığın bir ölçüsüydü. Bireye kendi yerini bulduran toplum oldu. Tüm bunları düşündürten şey de yine topluluk haliydi. İç ve dışta bizi çözüme yönlendiren zıtlıkları barındırmak, kabul etmek ve reddetmekti.
Burada sistemin tuzaklarına düşmemek için, karanlık egolara sapmamak için uygulayabileceğimiz alternatif ise kendini görmek ve tanımak, toplumda yerini bulmak ve nesne olmaktan çıkmaktır.
Özne olmak ve toplumsallaşmak için kendini aşmaktır.
コメント