Canlılar tarih boyunca birçok felakete karşılaştı, afetle sınandı ve savaşlarla yaşadı. Gerçekleşme nedenleri farklı olsa da bu olayları kontrol edebilecek, süreci yönetebilecek ve yönlendirebilecek tek canlı türü insandı.
Şüphesiz en sık karşılaştığımız ve toplumsal etkileri olan doğal afetlerdi. Bizim meydana gelişi itibariyle değiştiremeyeceğimiz doğal oluşumlar. Dünya’nın oluşumundan itibaren her devirde karşımıza çıkan depremler, özellikle ilk çağlardaki toplumların sonunu getiren cinsten afetlerdi. O zamanlarda insanların küçük gruplar halinde yaşaması onları savunmasız yaparken sayılarının az olması da türlerini devam ettirme ihtimallerini azaltıyordu. Bilgisiz olmaları önlem almalarına engel iken yaşam alanlarının doğru seçilmemiş olması da bu toplumların zarar görmesinin nedenlerindendi.
Bununla birlikte yangınlar da tarihte önemli yer tutan afetlerden. Roma’nın üçte ikisini yakan Büyük Roma Yangını da bunlardan biriydi. Fakat yangınlar depremler gibi müdahelesiz değil, genellikle insan eliyle başlatılarak meydana geliyordu. Örneğin son yıllarda yoğunlaşan ve artışı devam eden yangınların bir kısmı cehaletten, bir kısmı yok etme arzusundan kaynaklıydı. İnsanoğlunun hükmetme arzusundan ve kendini gezegenin daimi yöneticisi ilan etmesindendi. Bu alevlerin zapt edilmesi ilgili yönetimin imkanlarına bağlıyken sonraki toparlanma dönemi ise toplumun iradesine ve insafına kalmıştı. Bu felaketler toplumların birlikte çıkmaları veya birlikte batmaları için bir şanstı.
21. yüzyılda olmamıza rağmen çoğu toplum birleşmeden uzak. Egolarımızı, kendi isteklerimizi, hazlarımızı ve gizliden gizliye öğütlenen bencilliklerimizi öne çıkarmamızın gerekli olduğu söylenen bir çağdayız artık. Yeni toplum, gelişmiş insan, marjinallik, teknoloji, tüketim gibi kavramların geliştirilmesi, kavramlara yüklenen anlamların kontrolsüzce artması ve aslında değerini kaybediyor olması; yine de bu sistematiğin hayatlarımızda her yöne genişlemesi, bizi buraya getiriyor. Aslında kısa sürede etkili biçimlerde bir araya gelip güçlenebilecekken, yeniden inşa edebilecekken toplumun fertleri; yıkım zamanlarında bile ayrışan ve çıkar gözeten canlılara dönüşüveriyor.
Bunlar sistemlerin; mevcutta olan ve üretilmeye devam eden toplumsal enerjileri kullanmasıyla oluşuyor. Doğru olarak gösterdikleri tuzaklarla, yanlış biçimde dönüştürdükleri yollara sapıyoruz. Bizim eylemlerimizin temelinde, daha önce de bahsettiğimiz şişirmeye çalıştığımız egolar var, geçmişimizde oluşan ve dolduramadığımız özgüvensizliklerimiz var, özne olamama gerçeğimiz var.
Bizim maskelerimiz, yalanlarımız var. Sohbet ederken saflıktan bahseden biz, fırsat bulduğumuz ilk anda birini daha oyundan çıkarıp seviyemizi yükseltiyoruz, yaşamın böyle olduğunu sanıyoruz. Ancak böyle insanlaşılmıyor, saflaşılmıyor. Tıpkı temeli sağlam olmayan binaların yıkılması gibi, toplumlarda da çatlamalar ve eksilmeler gözlenmeye başlıyor. Toplumlar birlikte batıyor.
Peki bu durum değiştirilemez mi? Hem afetler hem salgınlar, insanlık için çok kolay bir birleştirici değil mi? Her ikisinin de çözümünde insani duygular; merhamet ve fedakarlık yok mu? İnsan, gruplarla, topluluklarla yaşayan bir canlıdır. Birey olması toplumda kendine bir yer bulmasıyla başlar. Bahsi geçen zorluklar, ufak bir kesime etki ediyor olsa bile insan bunu hatırlar ve bir araya gelir. Belli bir amaç uğruna hareket ettikçe güçlenir.
Masumiyet duygusunu, samimiyeti merkeze oturtarak yeni benlikler ve yeni toplulukların inşasına başlayabiliriz. Terk edilmesi gereken, bizi anlam karmaşasına sokan “yeni ve modern birey” algısından çıkarak bugüne odaklanmamız gerekiyor. Elimizdekilere, imkanlara ve insanlara, doğaya ve zamana…
Mevcut yönetimlerin ve tasarlanan proje yaşamların içimizdeki oranını azaltmaya başlarsak çevremizde de etkileri azalmaya başlar. İnsan özünü hatırlar; birlikte savaştığını hatırlar, birlikte yürüdüğünü hatırlar. Ve bence düşünmeden, sorgulamadan kabul ettiği bu düzenin yanlış gittiğinin farkına vardığında değişime birlikte adım atması, toplumsal devrime birlikte hayat vermesi “modern” insan”a, “modern toplum”a daha yaraşır bir harekettir.
Sağlıklı temellere dayanarak kurulan birlikte yaşam dinamiklerinin ardından, yıkımlara yapımla cevap veririz. İletişimin temelinde yer aldığı yeni sistemde, doğru eğitim ve farkındalık projeleriyle halkı bilinçlendiririz. Gerçeklerle örülü bir yaşam ağı kurulduğunda gerekli sosyal, kültürel, psikolojik alt yapıların da coğrafyaya, tarihe ve ortak amaçlara göre şekillendiğini gözlemleyebilir oluruz. Eleştirel zihniyetle, çözüm odaklı bakış açısıyla, dürüst ilişkilerle geliştirilen toplumlar; sadece zorunlu olarak başlarına gelen, “kaderin işi” felaketlerde değil; birlikte yönetilmesi gereken bir devlet modelinde de bir araya gelir.
Dönüşümün, gerçekçiliğin, adaletin olduğu; insana değer verilen her yer bir toplumun başkenti olabilir. Birbirine tutunan, güven ve sorumluluk duygularını yaşatan toplumlar; afetler karşısında önlem alabilir. Krizi yönetebilir, yıkımı doğru ele alabilir. Süreçten dersler çıkararak avantajlar yaratabilir ve umutla yeniden kurmaya başlayabilir.
Gerçekten üreten, emek veren toplumlar için afet zamanları; birlikte yükselmek için bir şanstır.
Comments