top of page

Anadolu İsyanları

( Bizim Hikayemiz – 6 )


Toplumsal köken bakımından geniş bir alt tabaka hoşnutsuzluğuna dayanan Babai hareketi içte baskı, kıyım ve sürgünlerin, dışta ise Moğol istilasının yol açtığı birtakım olumsuzlukların olduğu bir dönemde ortaya çıkar.


Baba İshak vergi toplayıcıların tutumunu öne sürerek Selçuklu yönetimine karşı ayaklandı.


Anadolu Selçuklu Devleti toprak düzeni, zor yaşam koşullarının doğmasına ve yaşanmasına neden oluyordu.


Babailer hareketinin yaygınlaşmasında belirleyici etmen toplumsal hoşnutsuzluk ve bu toplumsal hoşnutsuzluk sonucu doğan” karşıt, muhalif” tutumdu.


Başlıca üretim ve geçim kaynağını oluşturan topraklar ya devlet yönetiminin ya da çok az sayıda zenginin denetimindeydi.


İsyanın yayıldığı alan Amasya, Tokat, Çorum, Sivas, Kayseri, Yozgat, Adıyaman, Maraş, Malatya’yı kapsıyordu.


İsyanın ilginç yönü Müslümanların belirleyici katılımına karşın, Orta Anadolu’nun bazı yerlerinde yaşayan farklı dinlerden insanların da bu isyana katılmasıdır.


Söz konusu yerlerde yaşayan Hristiyan halkın bir bölümü, hem benzer yaşam koşullarından, hem de Baba İlyas’ın dile getirdiği çoğulculuğa ve toleransa dayanan bağdaşımcı görüşlerle kendilerini özdeşleştirdiklerinden dolayı başkaldırıya katılmışlardır.


Müslüman göçebe Türkmenler, başkaldırının gerçekleştiği yörenin yerli halkının bir bölümü ve bazı Hristiyanları bir araya getiren temel öğe, Babailerin görüşlerinde öne çıkan “çoğulculuk, tolerans, eşitlikçi ve adaletçi vurgu” olmalıdır.


Bu değerler din ve etnik aidiyet sınırlarını aşan, insanı insan oluşundan dolayı önemseyen değerlerdir.


Bu ve benzeri evrensel değerlerin o dönemde Anadolu’da ne denli güçlü bir zemine dayandığını bu gelişmelerden anlayabiliriz.


Babailerin özgürlükçü ve eşitlikçi tutumları heterodoks dervişlerin uzlaştırıcı evreni olarak nitelendirilebilir.


1240 yılında gerçekleştiği düşünülen Babailer isyanı Malya ovasında gerçekleşen kanlı bir savaşla yenilenlerin kılıçtan geçirilmeleriyle sonuçlandı.


Baskı ve sömürüye karşı verilen savaşımın sürekliliğini oluşturan duyarlılık geleneği zincirinin bir halkasına dönüştü.


Anadolu Müslümanlığı ya da halk İslam’ı “ vahdet-i vücüd” (varlık birliği) ve “vahdet-i mevcut” (varlıkların birliği) kavramları temelinde biçimlenmişti.


Varlıkların birliği kavrayışına göre “Allah, varlıkların, doğanın, evrenin birliğidir; bütün var olanların birliğidir ve bu var oluşun başı ve sonu yoktur.


Tasavvuf ya da halk İslam’ında Allah sevgisi ya da ilahi aşk ile Allah korkusu kavramları dengelenir.

Resmi İslam’da başat söylem korku, tasavvufta sevgidir.


İnsan dışı doğaya bakışta halk İslam’ının genel özelliği insana ve canlılara öznellik tanımaktır.


Bu anlayışa göre canlı, cansız bütün varlıkların bir “Can”ı vardır.


İçe dönme, iç arınma sonucu inananın kendi ben’inde Tanrı’yı bulması durumudur.


Bu, ancak insanın kendisi ile Tanrı arasında kurduğu aşk ilişkisiyle bilinir.


Bu nedenle başkası bu konuda yargıda bulunamaz.


Atfedilen bu özellik aynı zamanda “Özgürlük”tür.


Dünyanın maddi nimetleri ile manevi değerleri arasında bir denge kurulur.


Devletsel İslam’ın kuramcıları ya da uygulayıcıları genellikle toplumun varlıklı kesimlerindendir.


Toplumsal Halk İslam’ı ise maddi nimetler içerisinde boğulmamaya; onlarla manevi değerleri dengelemeye çalışır.


Heterodoks dervişlerin “bir lokma, bir hırka” anlayışı ancak bu çerçevede doğru anlaşılabilir.


Resmi İslam anlayışı kadını kapatıp soyutlar halk İslam’ında kadın erkek ayrımı yoktur, kadın soyutlanıp eve kapatılmaz.


Tüm bunları şöyle yorumlayabiliriz; devlet İslamı, başkalığa, farklılığa, çoğulcu duruma hoşgörü ile bakmaz, doğası gereği de bakamaz.


Merkezi yapı benzeştirmeyi, uyarlılaştırmayı öngörür.


Buna karşılık çeşitlilik ve başkalık, yaşam koşullarından kaynaklanan bir zorunluluktur ve dolayısıyla kaçınılmazdır.


Bu iki farklı bakış açısı özleri ve uygulanışları gereği karşıtlaşırlar.


Bu karşıtlaşma eğilimi zaman zaman sertleşebilir; hatta baskıya ve kıyıma veya söz konusu baskı ve kıyıma karşı başkaldırıya dönüşebilir.


Hacı Bektaş Veli, Babailerin bağdaşımcı öğretisinin sürdürücüsü ve savunucusudur.


Hacı Bektaş Veli’nin müritleri için “abdal” kavramı kullanılır.


Abdal ” Allah’tan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir.


Hacı Bektaş’ın kökeni olarak Horasan gösterilir.


Şeyh Bedreddin ise Selçuklu kökenli, Edirne yakınlarında bulunan Simav’da yaşayan, Osmanlı yönetim yapısında kadılık yapan bir babanın, feodal aristokrat yapılı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.


Düşünsel gelişiminde İbni Arabi’nin izleri vardır.


Bedreddin, öğrenme ve düşünsel bakımdan özünü yetkinleştirme konusundaki kararlılığı ve yoğun çabasıyla Kahire’de “Pertev-i Rum” (Rum Işığı) diye adlandırılır.


Doğduğu coğrafya, yetiştiği kültür çevresi ve aile ortamı bakımından bir Balkanlı, düşünsel kökü ve doğrultusu ağırlıklı olarak İslam’a ve Anadolu’ya dönüktür.


Bilgiyi sürekli arama ve derinleştirme isteği, Bedreddin’i uzun süre bir yerde bırakmaz.


Şeyh Bedreddin öğretisini çekici kılan etkenlerin başında hukuk bilimcisi olarak bilgisinin yoğunluğu ve aydın kişiliğini içselleştirmesi, yoksullar ile dayanışma düşüncesi gelir.


Kaynaklar Şeyh Bedreddin’in Aydın yöresinde ve diğer yerlerdeki Müslüman olmayan yöre halkı tarafından da coşkuyla karşılandığını anlatır.


Batı Anadolu’da dolaştığı sırada Bedreddin’in etrafında Türkmenlerden oluşan kalabalık bir mürit topluluğu oluştuğu, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in de şeyhe bağlananlar arasında bulunduğu ifade edilir.


Ankara Savaşı’ndan sonra yaşanan fetret döneminde taht adayları arasında yoğun ve acımasız bir mücadele yürütülür.


Tahtı devralan Musa Çelebi Rumeli’de bilgeliği ve üstünlüğünden dolayı Bedreddin’e kazaskerlik görevi verir.


Çelebi Mehmet’in yönetimi ele geçirmesiyle başta Bedreddin olmak üzere devlet görevlilerinin bir bölümü de görevlerinden uzaklaştırılır ve Şeyh Bedreddin İznik’e sürgüne gönderilir.


Bedreddin İznik’te vakıf mallarına, parasal varlıklara el uzatmaz, her türlü baskı ve yoksulluğa dayanır, hiçbir zaman boyun eğmez ve “Teshil” ( Kolaylaştırım) adlı ünlü hukuk eserini burada tamamlar.


1416’da Deliorman’da (Ağaçdenizi) başlattığı ayaklanma bastırılır, Şeyh Bedreddin idama mahkum edilir ve idamı Serez’de gerçekleştirilir.


Bize de onurlu bir isyan geleneğinin önemli halkalarından birini bırakmış olur.


Babailer’den Şeyh Bedreddin’e uzanan isyanlar dönemi bize Anadolu’nun haksızlığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe asla teslim olmayacağını gösteren umut kaynaklarımızdır.

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page