( Bizim Hikayemiz – 5 )
Tolerans bilginin gelişiminin ön koşuludur.
İçeriğini başkasının özelliklerine saygı duyma oluşturur ve sınırı birlikte yaşamaya uyumdur.
Tolerans katlanma değildir, katlanma toleransın negatif yönünü, hoşgörü ise pozitif yönünü belirtir.
Hoşgörü başkasının kendisi olma hakkını tanıma ya da kendi olmasına karışmama olarak tanımlanabilir.
Tarihte tolerans sorunu ilk kez din alanında ortaya çıkmıştır.
Tolerans fikrinin tarihi aslında din ve vicdan özgürlüğü, dolayısıyla düşünce özgürlüğü uğruna girişilen mücadelelerin tarihidir.
Dinlerde mistik unsur bireyin hakikati kendi başına aramasına belli ölçülerde olanak verir.
Anadolu Müslümanlığında mistik unsur, tasavvufla ortaya çıkmıştır.
Ahlaki mükemmellik idealini öne çıkaran dinler, (İslam dini de bu bağlamda anılabilir) gizil güç olarak tolerans düşüncesinin gelişmesi için uygun bir ortam sunarlar.
İslam dininin içerdiği söz konusu mistik unsur Anadolu’da toplumsal-kültürel yaşamın insanileşmesini sağlayan en önemli etkenlerden biridir.
Batı felsefe tarihinde “laik düşünüşün ilk kıpırdanmaları” kapsamında Yunus Emre’nin çağdaşı olan Alman teolog ve düşünür Meister Eckhardt anılır ve öne çıkarılır.
Tolerans düşüncesinin tarihsel gelişimi söz konusu olduğunda, Anadolu düşünce birikimi bağlamında Eckhardt’ın çağdaşı olan Yunus Emre’nin unutulmaması gerekir.
Anadolu Selçukluları zamanında iki büyük düşünce okulu olduğu söylenir.
Birincisi “züht ve takvanın ağır bastığı ahlakçı “ Iraki “ okul.
İkincisi ise “Melametliği” benimsemiş, daha esnek, estetik yanı ağır basan ve daha çok cezbeye önem veren Horasani okuldur.
Mevlana Celaleddin Rumi 13. yüzyılda bu okulların bireşimini oluşturmuştur.
Mevlana’nın iki sufi düşünce okulundan oluşturduğu söz konusu bireşim, daha sonra örgütlenerek Mevlevilik adını almış ve 15.yüzyıldan itibaren hızla yayılmıştır.
Konya’dan yönetilen Mevlevi tekkeleri zaman zaman beliren “ Kalenderi ve Bektaşi eğilimlere rağmen” merkeziyetçi siyaset sayesinde Mevlana’nın yaşadığı dönemde temellerini attığı sünni çizgiyi korumuştur.
Tam anlamıyla bir Türkmen mutasavvıfı olan Yunus Emre ise, daha çok yarı göçebe Türkmen boylarının oluşturduğu kırsal kesime mensup bir sufidir.
Melamet birikimini özümsemiş, düşünme ve yaşamada yalın ve gösterişsiz bir şair olarak sürekli gezip dolaşmıştır.
Yunus Emre’nin Ahmet Yesevi düşünce geleneğini sürdürdüğü söylenir.
Geliştirdiği içerik ve biçim anlayışı ile Anadolu’daki sünni veya heterodoks tasavvuf çevrelerinde etkili olmuş, bu etkileme ve benimsenme sonucu kalıcılaşarak bugüne ulaşmıştır.
Yunus Emre’nin aklın, felsefenin ve dilin ortaklaşmasına kalıcı katkı yaptığı söylenebilir.
Anadolu’da aklın-felsefenin benzeşmesinden çok çeşitlenmesine yol açan sosyo-kültürel öğelerin varlığı da yadsınamaz.
Ağır yaşam koşulları, ağır vergi yükü ve Ortodoks Bizans devlet baskısı gibi olumsuzluklardan ötürü Anadolu’da yaşayan ve Müslüman olmayan halklar, Türklere ve onların Anadolu’ya getirdikleri yeni toplumsal düzene karşı direnmemişlerdir.
Bunun yanı sıra Anadolu’ya çeşitli tasavvuf akımlarını ve tarikatları temsil eden şeyh ve dervişlerin geldikleri bilinmektedir.
Değişik çehre ve görüntüye sahip, değişik dilleri konuşan, değişik kıyafetler giyen bu mutasavvıflar, sufiler, şeyhler ve dervişler geldikleri yerlerde kentte yaşamışlarsa kente, köyde yaşamışlarsa köylere yerleşmişlerdir.
Anadolu’da çokluğun ve çoğulculuğun, dolayısıyla da tolerans fikrinin belirginleşmesine de katkı sunmuşlardır.
Anlayış ve yaşayış bakımından heterodoks İslam bağlamında değerlendirilen “Abdalan-ı Rum” denilen “Anadolu Abdalları” ya da “Horasan Erenleri ” sufiliğin Anadolu’da yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır.
Anadolu’daki Türk beylikleri dönemlerinde kurulmuş kadın örgütlenmesi teşkilatına da “ Bacıyan-ı Rum” adı verilmiştir.
“ Bacıyan-ı Rum” terimininin “Anadolulu kadınlar, kız kardeşler” anlamına geldiği belirtilir.
Baciyan-ı Rum teşkilatı kadınlar arasındaki yardımseverliğin ve doğruluğun gelişmesine katkı sağlamış, yetim ve kimsesiz genç kızları koruma altına alarak onların eğitimlerinden evliliklerine kadar sorumlu olmuşlardır.
Ayrıca kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, maddi sıkıntısı olanlara yardım ve genç kızların evlendirilmeleri gibi birçok sosyal hizmetlerde bulunmuşlardır.
Abdal ya da baba lakabıyla anılan Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad, Doğulu Baba gibi tahta kılıçlı dervişler kuruluş döneminde Osmanlı egemenleriyle savaşlarda katkı sağlamış ve saygınlık kazanmışlardır.
Abdallar büyük ölçüde coşkulanım ve kutsal aşka dayalı Melameti Sufiliğin Anadolu’da Türkmen gelenekleriyle ve yerel kültür birikimiyle karışmasını ve böylece “ bağdaştırmacı” yaklaşımın belirginleşmesini özendirmişlerdir.
Bağdaşımcı birikimden Babailer ve Şeyh Bedreddin Hareketi gibi Anadolu halk tarihinin önemli olayları köklenmiştir.
Ahmet Yesevi ve erenleri öz ve köken bağnazlığından uzak hoşgörülü bir tutum sergileyebildikleri ve var olan yaşam tarzına saygı duydukları için, eski gelenek ve göreneklerin İslam’ın kabulünden sonra da yeni biçimler kazanarak varlığını sürdürmesini sağlamışlar ve böylece heterodoks İslam geleneğinin oluşmasına önemli katkıda bulunmuşlardır.
Yesevilik Anadolu’da Haydarilik ve Bektaşiliğin esin kaynağı olmuştur.
Yesevilik’in 13. Yüzyılda Anadolu’da içinde eridiği ya da dönüştüğü dönemin güçlü tarikatı Vefailik’in de bunda payı olduğu söylenebilir.
Vefailik, Babailer isyanının önderi Baba İlyas’ça temsil edilir.
Güncel anlamda çoğulcu demokrasi düşüncesinin oluşumuna belirgin biçimde katkı yapmış olan önemli tarihsel-kültürel olayların başında İslam kültür çevresinde “Hicret’in ikinci yüzyılından beri bilinen, fütüvvet birliklerinin bir araya gelmesiyle kurulan “ fütüvvet örgütleri” gelir.
Fütüvvet Arapça’da genç , yiğit gibi anlamlar taşır.
Bu kavramın tasavvuf ile eş anlamlı kullanıldığı da görülür.
Fütüvvetçiliğin devamı ya da Anadolu’daki yeni bir biçimi olan Ahilik de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Ahilik’in ortaya çıktığı 13. Yüzyılda toplumsal huzursuzluğa yol açan olaylar olur.
Bu olayların başında Moğolların Anadolu’da ilerlemeleri Mısır, Bizans , Ermeni saldırıları ve Anadolu Selçuklu hükümdarlarının yenilgileri gelir.
Çoğu yenilgiyle sonuçlanan savaşlar Anadolu halkının yaşamını zorlaştırır.
Ahilik Anadolu’da Selçuklu toplum yapısında yaratılan toplumsal-mesleksel yönden en önemli kuruluşlardan biridir.
Anadolu hoşgörü kültürünün yönetenlerle yaşanan problemlerde isyankar bir kimliğe dönüştüğü de görülür.
Ve evet, isyan etmek insani bir haktır.
Comments