top of page

Anne Biz Geldik

( Bizim Hikayemiz – 19 )


İlk yuvamız neresiydi ?


Nerede karşılaştık ilk kez yaşam alanlarımızla ?


Yuva, ev, köy, kent kavramlarımız nasıl oluştu ve gelişti ?


Avcılık - Toplayıcılık dönemimizde kilometre kareye 5 insan düşüyordu.


Dolayısıyla bu insanların geniş bir sahada büyük bir hareketlilik içinde bulunmaları gerekiyordu, kurnazlık, yetenek, rastlantı ve şansa ihtiyaçları vardı.


Tütsüleme ve tuzlamayı öğrenmeden önce, günübirlik yaşaması, göçebe gruplar halinde dolaşması ve fazla eşyaya sahip olmaması gerekiyordu.


Beslenme rejimlerini bitkilerle geliştirdikten sonra sığır, koyun, at, eşeğin dünyalarına getirdiği en önemli şey yiyeceklerin bollaşması ve kolektif hareket yeteneğinin artması oldu.


Kentler sabit bir alan oluşturmadan önce insanların belirli dönemlerde bir araya geldikleri törensel toplanma alanlarıydı yüksek olasılıkla.


Kent köyün aksine dışarıdan gelen uyarıcılara açık, manevi bir uyarıcı ve toparlayıcı görevi görüyor olmalıydı.


İlk yerleşimlerin bir çeşit hac alanı olduğu farz edilebilir bu nedenle.


Yaklaşık 12.000 yıllık Karahantepe’de bulunan 250 adet dikilitaş ve yaklaşık 10.000 yıllık Göbeklitepe’deki 6 metre uzunluğundaki sütunlar bu iddiaları besler nitelikte.


Peki bu yerleşimleri kurmadan önce ne yapıyorduk, nasıl yaşıyorduk?


İnsanların önce diğer canlıları evcilleştirdiği söylenir sıklıkla.


Aslında bu pek doğru değildir.


Her şeyden önce insan canlıları değil, öncelikle kendini evcilleştirdi.


Çünkü üreme ve cinsellik için buna mecburdu, soyunu devam ettirmeliydi.


Bereket ve adak ayinlerinde taklit ettiği tüm canlıları yola getiren insan bu esnada kendini de ehlileştiriyordu.


İlkelliğimizi aşmamızın ilk adımları bunlardı.


Ve yavaş yavaş kadınların rolü artıkça yırtıcılığımızın yerini ortak yaşam çabası aldı.


Tarım devrimi bir yönüyle cinsel devrimdi aslında.


Çevik, atak, öldürmeye hazır, acımasız bir doğa geliştiren erkeklerle, hızlı hareket edemeyen, annesi ölmüş herhangi bir canlının yavrusunu emzirmekten çekinmeyen, tohumları büyütüp çoğaltan, fidelerle ilgilenen kadınların mücadelesinde önceleri kazananlar kadınlardı.


Erkekleri doğa kadar kadınlarda evcilleştirdi.


Ehlileşen insan beslenme, üretme, çoğaltma adetleri geliştirdi, öngörüp denetlemeye başladı.


Bu kadının rolünü arttırdı ve ilk yuvamızı bulduk.


Annelerimiz.


Kadınlar toprağı belledi, ayıkladı, besin değeri yüksek ürünler geliştirdi.


İlk kap kacakları, ilk sepetleri onlar yaptı.


Ve tabii ki çocuklarına baktı, besledi, korudu, sevgi ve şefkat verdi.


Başlangıçtan itibaren her tür yuva, ev, köy, kent kadının eseriydi.


Evde, ocakta, ambarda, sarnıçta, erzak alanlarında mekânsal olarak hep onun izi vardı.


Kadınlar hep sardı ve besledi.


Bu nedenle Mısır hiyerogliflerinde ev, yuva simgesi ile anne simgesi özdeşleşti.


Anneler hep ilk yuvamız, ilk vatanımız oldular.


Erkeklerin geliştirdiği mızrak, yay, çekiç, balta bıçak yerine kadınlar kap, kacak ve sepetleri geliştirdiler.


Erkeklerin teknik katkılarının tümünde kemik ve kasların temel bir rolü vardı, budamak, delmek, oymak, yarmak ve parçalamak için ihtiyaç duyuyorlardı kemiklerine ve kaslarına.


Oysa kadınlar kemiklerini, kaslarını sevgilisini veya çocuklarını kucaklamak, sarmak, onları beslemek ve esirgemek için kullandı çoğunlukla.


Bu nedenle ilk evlerin bizi saran ve koruyan kadınlar gibi vücudumuzu, sevdiklerimizin bedenlerini, yiyeceklerimizi, ürettiklerimizi koruması gerekiyordu, tıpkı bir anne gibi.


Ev tıpkı kadınların yaptıkları çömlekler ve kaplar gibi sabit bir kaptı her zaman.


Orada uyuyup, dinlenip, beslenip, tazelenip, yeniden dışarıya, mücadeleye döndük hep.


İlkel yapıların tamamı (evler, odalar, mezarlar) kadınlar gibi yuvarlak hatlıydı çoğunlukla.


İlk kaseler kadınların göğsü esas alınarak yapıldı.


Hep annemizin göğsünden beslendik, öldüğümüzde Toprak Ana’nın rahmine gömüldük.


Annelerimiz bizi hep korudu, esirgedi ve sakladı.


İnsanlığın ilerlemesini ve gelişmesini sağlayan o hayat enerjisi, sevgi dolu hisler ve komünal özdeşleşmeler, anaç himayenin olmadığı bir dünyada mümkün olamazdı.


Böyle bir ortam oluşmadığında çocukların manevi değerlerini yitirdiği gözlendi çoğunlukla.


Ve ahlak kadınlarla, annelerle doğdu, öldürmemeyi onlardan öğrendik, töreler ve adetler onlarla gelişti.


Bu ilk bağlar çözüldüğünde yönümüzü yolumuzu kaybettik, biz kavramı başı boş havada uçuşan bir benler yığınına dönüştü.


Dünyamıza renk katan şarkı, şiir, tiyatro, gibi sanatlar yüksek ihtimalle kadınların eseriydi.

Anneler bizim kutup yıldızımızdı her zaman.


Bu yüzden onları kaybettiğimizde Şair Ahmet Erhan gibi düşündük ve yazdık.


" Anne ben geldim

Ağdaki balık, bardaktaki su kadar umarsızım

Dizlerin duruyor mu başımı koyacak ?

Anne ben geldim, oğlun hayırsızın

Anne ben geldim.”


Belki de hepimizin ilk bağları hatırlamaya, yönümüzü bulmaya, ruhumuzu, yitirdiğimiz benleri aşıp BİZ olmaya ihtiyacımız vardır.


Belki hepimizin üşüyen ruhlarımızı, çölleşen hayatlarımızı ardımızda bırakıp yuvamıza dönme vakti gelmiştir.


Bu kez hep birlikte “ ANNE BİZ GELDİK “ deme zamanlarımız yaklaşıyordur belki.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page