Eğitim, sosyal bir faaliyettir. Belli faktörlerce özdeş insanların oluşturduğu grupla, iletişim esas alınarak yapılır. Eğitim sürecini etkileyen farklı kriterler vardır. Bunlar zaman, mekan, bu esnada kullanılan araçlar, bireysel-toplumsal özellikler ve çevre, dış dünyadır. Böylelikle eğitimin hem içsel hem dışsal yönlerinin olduğunu, tek yönlü değil, aynı zamanda hayatın içinden gelen bir şey olduğunu da söyleyebiliriz.
Eğitim için etkili yöntemlerden biri o grupta bulunan herkese eşit koşulların sunulduğu, eşit ulaşılabilirlikte ve zorluk düzeyinde olmasıdır. Bu teraziyi denge konumuna ulaştırmak için diğer belirleyicilerle birlikte asıl dikkatli tasarlamamız gereken mekansallık oluyor. Çünkü mekan, diğer süreci etkileyen unsurların aksine bizim belirleyebileceğimiz ve sıfırdan inşa edebileceğimiz tek değişken.
Etkileşimli eğitimin hayatla temasının sağlanabileceği en doğru yer ise doğal alanlar. Atılacak temeli, eğitimi alan kişinin de yapmasına, sorumluluk almasına en fazla olanak sağlayan yer doğa.
Sürekli devam edecek, sağlıklı eğitimi, ilk kez çocukluk yıllarında kurmaya başlıyoruz. Yeni noktalar bulduğumuz, bu noktaları birleştirdiğimiz ve anlamsal bir zemin oluşturduğumuz çocukluk, öğretilen davranışlarla, kurduğumuz iletişimle ve en önemlisi etrafımızdaki çevreyle inşa ediliyor. Hareketli oluşlarıyla, merak etmeleriyle ve umutlu bakış açılarıyla çocuklar, zaten doğuştan doğaya ait, doğanın bir parçası.
Günümüzde bir çocuğun eğitim alanını gözlemleyelim. Genellikle sabahın alacakaranlığında gidilip yine hava kararırken dönülen okul. Günün üçte birini kapsayan, dört duvarın içine sıkıştırılmış otuzu aşkın çocuk veya genç. Gerçek dünyadaki izdüşümünü öğrenemedikleri ve pratik uygulamasını göremedikleri tonla soyut bilgi. Sınav seneleri vazgeçilmez olan ve artık daha küçük yaşlarda da rağbet görmeye başlayan kurslar, dersler, merkezler. Özel okullar, özel dersler, özel eğitmenler... Henüz on yaşındayken kendine ayıracak bir saati bile kalmayan çocuğumuz, sizce gerçekten özel olduğunu mu düşünüyordur?
Buna alternatif olarak, eğitim alanını değiştirdiğimiz, daha farklı bir idealle yaklaştığımız, organik bir gözle baktığımız yeni bir sistem prototipi düşünelim. Geniş bir bahçe veya güvenliği sağlanmış bir açık alanda, akranları ve doğru eğitmenlerden oluşan bir grubun üyesi olarak yetişen bir çocuk. Enerjisini aktarabileceği, keşfedebileceği, merak edebileceği, kendini korumayı öğrenebileceği bir mekanda. Yaşamın ana damarlarını yakından inceleyerek kendini dinleyebileceği, dünyayı gözlemleyebileceği mesafede.
Doğada ekip olan çocuklar, günün her anında zaten bir şey öğreniyor olur. Fakat bunu mevcut düzenin aksine, özel biri aracılığıyla değil kendi özenli davranışlarıyla öğrenir. Doğru iletişim ağını kurmak için bazen toplu bazen ayrı çalışan eğitim grupları oluştururuz. Eğitmen iletişim dilini belirleyen kişidir, çocuğu tanır ve yolu çizer. Ortak ve özelleştirilmiş kaynaklarla, kitapla, yazıyla, resimle, dağla, nehirle insanlarla bağ kurar. İlk andan itibaren doğru görevlendirme ve sorumluluk bilincini aşıladığımızda, sistemi ve disiplini sağlamış oluruz.
Şimdi çocuk, deneyerek kendi yerini bulabileceği, birey olurken toplumun dinamiklerini öğrenebileceği yapının içinde. Genç bir toplum, etrafında dikkat dağıtıcı şeyler olmasına rağmen titiz, odağını koruyor, potansiyelinin farkında ve birikimini nasıl kullanacağını biliyor. Ağaçların arasında yaşamayı öğreniyor. Ayakları toprağa basarken ve başı gökyüzüne uzanırken, onlar hayal kurmayı ve üretmeyi öğreniyor. Herhangi bir insan, bu kadar gerçek bir dünyanın farkına varmışken, devamında simüle edilmiş bir yaşam yerine kendi insanlarıyla inşa ettiği dünyada yaşamak isteyebilir.
Canlı bir yarın inşa edecek olan çocuklara, basmakalıp ve çıktısı alınamayan bir kısır döngü yerine, umuttan uzaklaşmamaları ve oluşumları biçimlendirmeyi öğrenmeleri için bir sistem kurmalıyız. Beklediğimiz ne kadar adil, aydınlık, kendiliğinden bir gelecek ise o kadar kökünden başlamalıyız ki insanlığa düzeni yansıtırken kendimizi de disipline edelim.
Eğitimi mekansal düzlemde zenginleştirirken zihinlerimizi sadeleştirelim. Bir topluluk olarak, insanca yaşamayı öğrenelim. Birlikte eğitilelim, çaba gösterelim.
Toplumca eğitilmek en temelde saygıyı getiriyor. Kendi sorumluluğumuzu alırken yanımızdakinin farkına varıyoruz. Ekip olmayı öğreniyoruz. Eşitliği, hangi ölçülerde eşit olduğumuzu veya olmadığımızı görüyoruz, hak kavramını arıyoruz. Nasıl iletişim kuracağımızı kavrarken aynı zamanda anlaşmayı da anlaşmazlıkları da deneyimlemiş oluyoruz. Tartışmanın nasıl yapılacağını, nerede konuşacağımızı ve ne zaman dinleyeceğimizi öğreniyoruz. Kendine yetmeyi ama kendi krallığını kurmamayı, gerekli otoriteyi sağlarken adaletten ve yasalardan uzaklaşmamayı öğreniyoruz. Birlikte düşünerek koyduğumuz yasaların doğruluğunu, farklı olaylar sonucunda denetliyoruz. “Gerçekten çalışmak nedir?” diye soruyor ve emek kavramıyla yaratmaya başlıyoruz.
Bu ütopya, bir dünya. Burası uzak değil, masal değil, kurulabilir bir dünya. Çocukların oynayabileceği, gençlerin okuyabileceği, insanların yaşayabileceği canlılık vaat eden bir yaşam. Günümüzün ihtiyaçlarını barındıran ve geleceği kapsayan bir bahçe. Eğer bir çocuk bu bahçede ise toplum da o bahçe olur.
Sizce çocukluk nerede?
Comments