top of page

Cesaret Et, Aklını Kullanmaya

( Bizim Hikayemiz – 20 )


İlk sermaye birikimimiz belki de artan tohumların bir sonraki yıl için saklanması ile oluştu.


Aslında antik kentte bir birikim rejimi modeliydi, içinde tüm diğer kapları barındıran büyük bir kaptı.


Suyun kolektif denetimi yönetim erklerinin ve devletlerin ayırt edici özelliklerinden oldu hep.


Su her zaman birikim kaynaklarının en önemli nedenlerinden biriydi.


Barınaklarımızı her zaman çevreledik, koruduk ve oralarda biriktirdik her şeyimizi.


Yağmur yağdığında çatıdan akan suyu biriktiren zemine gömülü kaplar sonraki birikim rejimlerimizin nasıl oluştuğuna dair güzel bir örnek.


İlk sepetlerimizde hem tahıllar biriktirdik, hem de küçük canlıları avladık.


Biriktirerek toplayıcı, yakalayarak avcı olduk.


Bazen mekanlarımızı ve eşyalarımız koruyup biriktiremedik, onlar dağıldılar, bozuldular parçalandılar.


Böylesi dönemler için başka türlü bir birikim rejimi gerekliydi.


Yaşlılardan gençlere aktarılan bilgiler, hikayeler, ahlaki kurallar, destanlar ve öğütler bu nicel birikim modeline katkı sundular.


Annelerimizden sonraki yuvamız ve evlerimiz, zihnimiz, hayal dünyamız, tahayyül kapasitemiz oldu.


Yuva artık bizdik.


Yuvamızı korumak için muhafaza ettik, tekrarlar, rutinler, örüntüler yarattık, bu konuda sabırlı ve inatçıydık.


Artık her insan bir yuva, her insan bir dünyaydı.


Huzurlu bir ev, güvenli bir uyku, törel düzeyde bir beslenme rejimi, güzel giysiler giymek ve eğer mümkünse aşkın deneyimlere yeltenmek.


Günümüzde bir insanın mutluluk kaynaklarını ele aldığımızda da bu sonuçlarla karşılaşmamız, doğadan ve ilk var oluşumuzdan bu yana çok farklı bir noktada olmamamız, aslında hepimiz için oldukça açıklayıcı veriler sunuyor.


Ancak tüm bu ihtiyaçları düzenledikten sonra, toplumun varlığını, birliğini ve gelişimini destekleyecek formlara da ihtiyacımız vardı.


Adetlere, törelere, ahlaki normlara, kurallara, yasalara olan ihtiyacımız böyle ortaya çıktı.


Örgütlü ahlakı ve adaleti ancak güvenliği en iyi bilenler sağlayabilirdi.


Bunun için tecrübe kazanmış olmak gerekiyordu ve tecrübeli olanlar yaşlılardı.


Böylece ortak yaşam alanlarımız oluşmaya ve düzenlenmeye başlarken yöneticilerimiz de ufukta belirdi.


Köylerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlerde, köyleri zımni olarak ihtiyar heyetleri yönetmeye başlıyordu aynı zamanda.


Bu heyetler yeni ve spesifik bir alanda fikir belirtmekten ziyade, denenmiş, sınanmış gelenekselleşmiş konular üzerinde fikir belirtip, hüküm verebiliyorlardı.


Sözlü bir kültüre yaslanıyorlardı ve sözlü kültür ancak yaşayanların, yaşlanmışların bilebileceği ve fikir ileri sürebilecekleri bir alandı.


Günümüzde hala Dünya’da nerede bir sözlü kültür varsa orada o kültürü aktarmak üzere bekleyen yaşlıları bulabilirsiniz.


Dolayısıyla ilk kez özgürlüğü güvenlikle, geleceği geçmişle yok ettiğimiz alan böyle oluştu.


İlk toplumsallığımızı kurduğumuz köyler, ilk özgürlüğümüzü kaybettiğimiz yerlerdi aslında.


Toplum her zaman güvenlik, birey her zaman özgürlük esinli oldu.


Sonraları devletleri yönetecek erk sahiplerinin ilk tezahürü olarak bilgelik birikimine sahip yaşlılar heyeti, bize güvenlik sağlayarak toplumsallaştırdı ancak karşılığında bireysel özgürlüğümüzü aldı.


Bu kültür, çağımızda da olduğu gibi, bizi bazı alanlarda serbest bıraktı.


Evimizde özelimizi kurup yaşayabilirdik, örneğin ilk dönemler için söylersek kendi tanrılarımızı yapıp tapabilirdik.


Doğada risklerle dolu bir yaşam süren, heyecan ve adrenalin dolu bir süreç yaşayan insanların özel dünyası artık mekânsal bir düzenleme ihtiyacına yöneliyordu.


Köylerin sosyal yaşamında denetlenenler, evlerinde bir ölçüde özgür olduklarını düşündüler.


Gerçekten ev onlara özgürlük sağlayabilip, gerçek bir yuva olabildi mi?


İktidar ve tahakküm asla boşluk sevmez, alan açmaz, serbest bırakmaz.


Dolayısıyla ne zaman, nerede bir özgürlük talebi varsa, karşısında güvenlikten bahseden bir yönetim erki de vardır.


Bu ev içinde geçerliydi.


İktidarın uzantısı olan bir güç, evde bize sahte özgürlük alanları sağladı.


Henüz rahipler ve yöneticiler ortada yokken, iktidarın ve ihtiyar heyetinin evdeki izdüşümü ortaya çıkmıştı.


Babalarımız.


Ev içindeki dinsel törenleri babalar yönetmeye başladılar, duaları onlar ettirdiler, kurbanları onlar kestiler.


Her an bilinmezliklerle dolu olduğu varsayılan kadın algısı yerine, her şeyi bilen ve önlem alabilen erkekler dünyasına geçmiştik.


Artık güvendeydik fakat özgür değildik.


Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman köyler farklılaşmayı, uzmanlaşmayı, yenilikleri ve keşifleri sevmedi.


Yenilikleri kabul eder göründüğünde bile, bu gelişmelere kendi penceresinden yaklaştı, çoğunlukla onları boğdu.


Köyde yaşayanlar tarafsız ve uyumsuz olamazlardı, tarafsızlık ve uyumsuzluk onlar için ölümle eş anlamlıydı.


Avcının avı üzerindeki tahakkümü yani insanın hayvanlar üzerindeki tahakkümü, yerini insanın insan üzerindeki tahakkümüne bırakıyordu yavaş yavaş babalar ve yaşlılarla.


İnsan hayvanları dize getirme tecrübelerinden aldığı derslerin tamamına yakınını toplumsal ilişkileri üzerinde de uygulamayı istedi hep.


Dolayısıyla insanlar hem doğayı reddetti, hem de doğayı kabullendi sürekli.


Yeni bir alt üst oluşun, sosyal ve siyasal depremlerin ortasında, özgürlük, güvenlik denklemini yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.


Ne özgürlük için güvenlikten, ne güvenliğimiz için özgürlükten vazgeçmek zorunda kalmayacağımız bir gelecek yaratabiliriz.


Kant’ın söylediği gibi “ Cesaret Et, Aklını Kullanmaya “ sözü ile yola çıkmamızın tam zamanı şimdi.


Birlikte başarmak için her zaman devrimci bir yol vardır.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page