Farabi “ Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir; ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz “ demiş.
Yanlışa boğulduğumuz, yanlışı bir hayat felsefesi haline getirdiğimiz bu günlerde doğruya varmamız epey güç görünüyor.
Geçmiş içinde hem doğruları hem de yanlışları barındırır.
Biz yanlışlardan dersler alarak doğru olan yolda ilerlemek isteriz, kötünün ve yanlışın bizi boğmasını değil.
Bunu her zaman el yordamıyla kendimiz tek başına yapamayız da bir tarihin bir sistemin bize yol göstermesini bekleriz.
Sokağımızı aydınlatan ışıklar gibi yolumuzun da aydınlatılmasına ihtiyaç duyarız.
Ama bazen her şey bulanıklaşır.
Tüm değerler birbirine karışır.
Yanlışlar doğrularla boy ölçüşebilir.
Değerler eskir.
Etik sınır demektir.
Potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır.
Meslek etiği doğru davranış, dürüst, tarafsız, adil ve eşit olma hali olarak tarif edilir.
Çağdaş tıp etiğinin dört temel ilkesi vardır.
Özerklik, zarar vermeme, yararlılık ve adalet ilkeleri.
Ahlakın dili haklar yükümlülükler erdemler gibi isimler ve iyi, kötü, doğru ve yanlış, adil ve adil olmayan gibi sıfatlar içerir.
Bu tanımlamalara göre etik birincil olarak bilmekle ilgiliyken ahlak yapmakla ilgilidir.
Etik kurallar ayrıca hukukla da yakın ilişkilidir.
Kısacası hangi mesleği yapıyor olursak olalım belirli norm ve kurallarla kendimizi çerçevelenmiş bir sistem içerisinde buluruz.
Vicdanımızla kendi denetimimizi bir yere kadar yaparız ama bu yeterli değildir ve çok özneldir.
Adaletli ve tarafsız olduğuna inandığımız, liyakat sahibi, güçlünün yanında tavır almayan insan hayatına değer veren bir sistemler bütünü içinde olduğumuzu bilmek hukukun üstünlüğüne güvenmek isteriz.
Bir toplumda bu güven sarsıldığında domino taşı etkisiyle kötülükler peş peşe gelir.
Sistemin yarattığı çürümenin faturasını tek tek insanlardan çıkarmaya çalışırız.
Pergamon krallığının başkenti olan Bergama yüzyıllar boyu kültür, sanat ve sağlık merkezi olmuş.
Pergamon’un hastanesi olarak bilinen Asklepion’un İzmir’in Bergama ilçesinde MÖ 4 yy. da kurulduğu düşünülüyor.
Sağlık tanrısı Asklepios adına Geyikli Dağı’nın yamaçlarında bir vadi içerisinde şifa verdiğine inanılan su kaynaklarının bulunduğu bir düzlükte kuruluyor.
Dokuz yüzyıl boyunca şifa dağıtmaya devam ediyor.
Antik çağın en önemli şifa kaynaklarından biri ve Galenos gibi ünlü hekimler de yetiştiriyor.
Asklepios Heykellleri’ni yılanlı asasından tanıyabiliriz.
Yılan simgesi tıp biliminin simgesi haline burada gelmiş.
Rivayete göre bir hasta ölmek üzere olduğu için Asklepion’a alınmaz.
Kapıda beklerken iki yılanın zehirlerini kayadaki oluğa akıttığını görür.
Kendine zarar vermek için bu zehirleri içer fakat şifa bulur.
O zamandan bugüne yılan tıbbın simgesi haline gelir.
Yüzlerce yıl önce şifa dağıtmak adına hastanelerin kurulduğu topraklar bizim topraklarımız.
Böyle olunca bugün sağlık alanında çok daha iyi noktalarda olmamız gerekmez mi?
Günümüzde sağlıkta, eğitimde özelleştirme adı altında elimizde ne varsa ne yoksa alınmaya çalışılıyor.
Oysa ki sağlık en temel insan hakkı ve yasalarla güvence altına alınmalı.
Eğitim bir toplumun bugününü ve gelecekte nasıl yaşayacağını belirliyor.
Parasız ,bilimsel ve laik bir eğitim sisteminin önemini gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz.
Kapitalizm öncesi uygarlıklar toplumsal dokuyu bozduğu için birlikte yaşama zarar verdiği için aşırılığa, ölçüsüzlüğe, aç gözlülüğe, şımarıklığa izin vermiyorlardı.
Sınırsız istek, arzu ve şımarıklık asla bir erdem sayılmıyordu.
Kapitalizmle birlikte etik değerler aşınıyor ve ahlaki çürüme git gide bir kural haline geliyor.
Kapitalizm sınırsız büyüme, genişleme ve yayılma eğiliminden dolayı tüm değerlere saldırıyor.
Eğitim ve sağlık kapitalist sistemin saldırılarından doğrudan etkileniyor.
Etik yozlaşma ahlaki çürüme tüm dünyanın sorunu olabilir ama ülkemizde daha da yakıcı bir şekilde hissediliyor.
Varlık içindeki yoksulluğumuzun, mutsuzluğumuzun, geleceksizliğimizin acısını hepimiz çekiyoruz.
Ancak en yüksek bedeli çocuklarımıza ve gençlerimize ödetiyoruz.
Bu fatura onlar için çok ağır .
Her türlü konformist yaklaşımımızın çocuklarımızın geleceğinden çaldığını görebilmeliyiz artık.
Sahip olamadıklarımızdan dolayı utanmak yerine, fazlaca sahip olduklarımızdan dolayı utanmamız gerekmez mi?
Comments