Önceleri avcı toplayıcı olan insan, yerleşik yaşama geçtikten sonra çiftçi ve hayvan besleyici olmuş ve yeryüzünde büyük değişikliklere yol açmıştır.
Tarım ve hayvancılık sayesinde doğal çevre giderek bir yeniden inşa sürecinden geçerek kültür çevresi haline gelmiştir.
Kültür aslında toprağı işlemek anlamına gelir.
İnsanlar zamanla doğanın bir parçası olmaktan çıkarak, doğayı işleyen onu dönüştüren bir varlık haline gelmiştir.
Eskinin kendi kendine yeten üretim tarzı değişmiş, yerini daha fazla üretmeye, daha büyük toplulukların karnını doyurmaya, endüstrileşmeye bırakmıştır.
Kısa zamanda topraktan daha fazla ürün elde etmek için daha fazla kimyasal kullanılmıştır.
Ürün çeşitliliği azalmış ve kendi toprağında üretim faaliyetinde bulunan çiftçinin de büyük işletmelerde bir çalışan olmasına yol açmıştır.
Çeşitlilik ve el emeği yerini endüstrileşmeye, endüstriyel gıdalarla beslenme ve giyinmeye, doğadan giderek uzaklaşan bir yaşam biçimini insanlara dayatmaya başlamıştır.
Kimyanın tarıma girmesiyle sağlıksız bir döngü işlemeye başladı.
Daha fazla kimyasal kullanımı, bunun sonucunda toprağın veriminin düşmesi ve yine çözüm olarak daha fazla ilaç kullanımı bir kısır döngü yarattı.
Kitlesel hayvan besleyiciliği hormon ve antibiyotik kullanımını zorunlu hale getirdi.
Bitki ve hayvanlardaki kimyasal atıklar insan vücuduna geçti ve sadece karın doyurmakta şimdi ve gelecekte büyük bir sağlık sorununu yarattı.
Henüz 1920’li yıllarda Avrupa’da toprağın veriminin düştüğünü gören çiftçiler alternatif tarım arayışlarına başlamışlardır.
Bu tarım biçimi toprağın ve suyun canlandırılması esasına dayanır.
Bitkilere gerekli olan yaşam güçleri toprağa aktarılmalıdır.
Bunun en iyi yolu hayvan gübresi kullanmaktır.
Mineraller, otlar, yapraklar ve hayvan gübresi karıştırılarak kompost elde edilir.
Aslında biyolojik olarak doğru olanın ekonomik bakımdan da en elverişli olduğu düşüncesi tarım işletmelerinin ana çıkış yolu olmalıdır.
Toprağı altı ve üstüyle, mikroorganizmaları, kurtları, solucanları, bitkileri, böcekleri, kelebekleri ve arılarıyla bir bütün olarak ele almalıyız.
Doğa, daima büyüme ve çoğalma yönünde hareket eder.
Nerede yaşam ve gelişme varsa orada bozunum, çürüme ve ölüm de vardır.
Bunların arasındaki duruma da denge denir.
Denge durağan ve sürekli değil aktif ve değişkendir.
Birer organizma olan bitki, hayvan ve insan birlikte yaşadıkları ortamda etkileşim içinde daha büyük organizmalar bütünü meydana getirirler.
Bunların birindeki bozulma diğerlerinin yaşamında değişiklikler yaratır.
Uzmanlaşma yaşamımıza hız katmış fakat zanaat ortadan kalkmıştır.
Zanaatkarlık, kişinin kendisi ve çevresi için uğraş verdiği şeyi mümkün olan en iyi şekilde yapmasıdır.
İnsanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, deneyim, bilgi, beceri ve ustalık gerektiren işlere zanaat denir.
Zanaat altın çağını ortaçağ döneminde yaşamış, endüstrileşme ile beraber üretim sistemlerinde meydana gelen değişimler zanaatkarlığı onurlu, saygıyı hak eden konumundan uzaklaştırmış ve sıradanlaştırmıştır.
Zanaatkarlık yalnızca el ile üretilen somut varlıklar değildir.
Antik Yunan’da çiftçi, heykeltıraş, seramik ustası gibi şair de zanaatkar olarak kabul edilirdi.
Hitit Uygarlığı ya da Antik Mısır’da zanaatkarlar tapınak ya da saraylarda ikamet ederler ve buralarda atölyelerde çalışırlardı.
Bir üretim yaparken güzel ve kaliteli olması zamanla yerini kolay ve hızlı üretime devretti.
Bir marangoz dolap yaparken üretimin tüm aşamalarına hakim oluyordu, endüstrileşme sonrasında aynı marangoz dolap yapma kabiliyeti taşımasına rağmen üretimin yalnızca belirli bir kısmında rol oynayabilmekteydi.
Bu da tüm mesleklerde “beceri kaybına” yol açtı.
Zanaatkarlık zihin ile kolun birlikte uyumlu çalışmasıdır.
Almanya’da ortaya çıkan Bauhaus ekolü zanaatın tasarıma dönüşmesi süreçlerine öğretim programlarında yer vermiş pek çok usta öğretici kendi teorilerini öğrencilerle paylaşarak bir nevi tasarım deneyleri ortaya koymuşlardır.
Zanaat ürünlerinin tasarım ürünlerine dönüşmesi okulun önemli başarılarındandır.
Endüstrileşme çocuk oyuncaklarının da hızlı üretilmesine, kolay ulaşılmasına olanak sağlamış ancak üretilen ürünler hem sağlıksız malzemelerden üretilmiş hem de çocuğun yaratıcılığına imkan tanıyacak özellikleri kaybetmiştir.
Eğitimci Froebel ve Montessori pedagojik görüşleri somut oyuncaklara ve oyun eğitimine dönüştürdüler.
Froebel, çocuğun kendi çabalarıyla öğrenmesine önem verir, çocuğa tam olarak biçimlendirilmiş oyuncak verilmesinin çocuğun gelişimini yavaşlattığını ve çocuğun oyundaki çeşitliliği göremediğini düşünür.
Kendi bulduğu eğitici oyuncakları yine kendi okulunda uygulamıştır.
Froebel topları, inşa blokları, tasarım için renkli tabletler, renkli kesme ve katlama kağıtları, inşa edilebilir küpler başlıca örneklerdir.
Günümüzde kullanılan yaratıcı okul öncesi eğitim materyallerinin bir çoğunun tasarımcısı Froebel’dir.
Froebel okul öncesi eğitimin babası olarak kabul edilir.
Oyuncaklar ahşap malzemelerden yapılır, çocuğu eğlendirirken, oyalarken onun düşünme, arama, bulma yeteneklerini, yaratıcılık yönünü zenginleştirir.
Bazı geometrik kütlelerin içine konduğu bölmeli kutu Montessori’ye atfedilen ve bugün en çok tanınan eğitici oyuncaktır.
Lego günümüz modüler oyuncakları içinde en yaratıcı olanlarındandır ve Danimarkalı Ole Kirk Christiansen tarafından geliştirilmiştir.
Merdiven ve tabure imal eden bir atölyede oyuncak üretimine geçmiş, ürettiği oyuncaklara Danimarka dilinde iki sözcüğün birleşmesinden oluşan "leg" ve "godt" yani iyi oyun ismini vermiştir.
Lego sözcüğü Latince birleştirme ve bir araya getirme anlamlarına gelir.
Çağımızda da düşlere ve birlikte yapmaya ihtiyacımız sürüyor.
Bu yüzden biz çocuk çalışmalarımızı “ Birlikte Düşle “ mottosu ile sürdürüyoruz.
Kuruluş süreci devam eden “ Düşle Çocuk Köyü” hem bir süredir ele aldığımız tarihsel ve evrensel süreçlerini temel alırken bir yandan da yerel dinamiklerden beslenerek yeni bir eğitim felsefesi geliştirmeyi hedefliyor.
Siz de üretmeyi tercih ediyorsanız bilin ki “ Kardeş Kalbin Kapısı Size de Açık “
BİZ BİRLİKTE DÜŞLEMEYE HAZIRIZ.
Comments