Devrim kelime anlamı itibariyle bir sistemin kökten uca değiştirilmesi ve yenilenmesi, yeniden yapılandırma anlamına gelir.
Endüstri devriminden de beklenen bu oldu.
Teknolojik anlamda yapılan değişimler, ekonomik ve ülkesel kalkınmaların yaşanması, ilk bakışta yepyeni bir döneme giriş gibi gözüktü.
Fakat temelde ülke vatandaşlarının, hatta diğer ülkelerde yaşayan halkların da yaşam kalitelerindeki düşüş, bu devrimin köklü olmadığını ve dolayısıyla tek yönlü bir değişim olduğunu anlatıyordu.
Bu politik ve altyapısı sağlanmış dönüşüm hâli, gerçek bir devrim olarak yaşanabilirdi.
Belli oranda halkın güveninin kazanılması, mevcutta bulunan ekonomik birikim ve kıtalar arası sağlanan iletişim gereken bağları oluşturmak için yeterli verilerdi.
Gelecek var etmek ve kalıcılığı sağlamak amacıyla inşa edilecek yeni, sağlıklı toplumlar; açılan fabrikaların isimlerinden veya sömürüye uygun bölge sayısından daha değerliydi.
İktidarın zemini belirlemesi, ihtiyaçları okuması, çok daha adil bir sistem kurulmasını sağlayabilirdi.
Başlangıçta gelen makine gücünün aniden üretim, ulaşım, iletişim gibi alanlarda sağladığı kolaylıklar, halkın rehavetine sebep oldu.
Bu, bir anda ortaya çıkan şeylerin aynı hızla kaybolabileceğinin göstergesiydi.
Fakat o anda bu pozitif değişim halk için baş döndürücüydü.
Aynı hıza ayak uydurmak için köyden kente akınlar yaşandı.
Bölgesel olarak yoğunlaşan gruplar, daha önce düşünülmemiş bir nüfus patlamasına sebep oldu.
Ülkedeki iç bağlantıların doğru kurulması, insanların birbiriyle doğru ilişkilenmesi devrim için önemliydi.
Çünkü bir güruh, bilinmeyen bir düzene sert bir geçiş yaparsa, bu keskinliği törpülemek ve özellikle sosyo-kültürel çatışkıları en aza indirmek için ara formüllere ihtiyaç olacaktı.
Daha fazla insana barınma imkanı sunan şehir yerleşim projeleri, bölge planlamaları, fabrika-tarım alanlarının coğrafi olarak iyi belirlenmesi; sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında etkili olabilirdi.
Büyük Britanya’nın dış ülkelere açılmadan ve sömürü halkları bulmadan önce yapması gereken, kendi sınırları içinde kalan ve yönetimini üstlendiği halkın refahını sağlaması gerekliydi.
Bu temeller göz ardı edildi.
Toplumsal yabancılaşma başladı, varlıklı ve güçlü kesim ön plana çıktı.
Geçim uğruna köle gibi çalıştırılan, sağlığı ikinci plana atılan işçi sınıfı oluştu.
Özellikle bu noktada yönetici sınıf, insana verdiği değerin altını çizdi.
Biraz güç kazanan herkes gibi onlar da daha fazlasını istedi.
Gücüne güç katacak her şeyi kullandı ve geleceği kendine sakladı.
Daha doğru ve daha iyi bir neslin oluşmasına egolar izin vermedi.
Makineleşme ve teknoloji çağı, eğitimde devrim gerektiren bir döneme işaret ediyordu.
Devrimin ismini karşılayabilmesi için gereken en önemli parçası, toplumsal yapıların ve bireylerin doğru bir şekilde eğitilmesiydi.
Teknoloji ve endüstriyel ilerleme eğitimle bütünleşmediğinde, yalnızca bir kısmın faydalandığı bir gelişim süreci oluşturdu.
Bu durumda eğitim, yalnızca elit bir kesimin erişebileceği bir araç haline gelirken, geniş halk kesimleri yetersiz eğitimle geçmişin zincirlerine mahkum olmaya devam etti.
Eğer bu devrimden sağlanan kazançlar, eğitimde de bir dönüşümle halkın tüm kesimlerine ulaştırılabilseydi, toplumlar çok daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelişim sergileyebilirdi.
Bu devrim için eğitimden kastımız, hali hazırda çocuklara işyerlerinde öğretilen mesleki bilgiler veya günlük hayata dair becerilerdi.
Ancak bu eğitim, yaşayarak öğrenmekten daha zor ve uç bir eğitimdi.
Aslında ihtiyaç duyulan ve barışı var edecek eğitim ise geliştirilen koşullardan yararlanan, teknoloji ve bilimi araç edinen, ilerlemeci bir eğitimdi.
Çocuğa gösterilmesi gereken özenin var olduğu bir ortamda, yaşına uygun olarak analitik, sözel, felsefi ve hatta düşsel eğitimin verildiği programdı.
Aynı zamanda toplumda adaletin, eşitliğin ve kültürel uyumun inşa edilmesinde de etkili olan bu tuğla, eğitim önemsizleştirildiğinde, güçlülerin kendi yararına göre yontmaya çalıştığı gelecek de toz olup gitti.
Sanayi Devrimi’nde karşılaştığımız çoğu insanlık dışı durum, eleştirdiğimiz siyaset; geçmişin geleceği yani bugündü.
Devrim başlığı altında halktan işçi sınıfı yaratılması, çocukların ilkokul çağından itibaren çalışma hayatına sokulması ve onlara geçim sıkıntılarıyla iç içe bir yaşamın layık görülmesi bugünün insanlarını oluşturdu.
Zincir kırılmadığı sürece devam edecek, böyle gelmiş böyle gider denen çürük oluşumun içinden henüz çıkamadık.
Çocukların çocuk olmadığı, geç kalmışlık ve yaşanmamışlıkların günümüz hastalığı haline geldiği, kopuk devri devam ettirdik.
Sanayi devrimi sırasında olduğu gibi, bugün de dünya çapında çocuk işçiler ve yetersiz eğitimle büyüyen nesillerle karşı karşıyayız.
Geleceği bağladığımız genç dimağların yaşadığı şartları görmezden gelmek, eğitimlerine gereken özeni göstermemek, onların büyümeleri için alan yaratmamak veya gelişimlerini engellemek hiçbir tarihte olmadığı gibi bu tarihte de bir çıkar yol sağlamayacaktır.
Şikayet edip aynı şekilde yaşamak da çare değil.
Halk olarak, işçi olarak, yönetilenler olarak tarihimizi okumanın zamanı geldi.
Herkesin bir seviyeye kadar zorunlu eğitim gördüğü fakat gerçekten eğitildiği bir sistemi hak ediyoruz.
Çocukların çalışmak zorunda bırakılmadığı, gençlerin sömürülmediği sistemleri yaratmaya başlıyoruz.
Çocuk işçileri, çocukları, ezilenleri, bulundukları karanlıktan çekip çıkarmak için zaman, makineleri dönüştürme zamanı.
Commenti