Birçok tanımlaması vardır faşizmin. Kimisi şiddete dayalı tüm faaliyetleri kapsayan genel bir ideoloji olarak tanımlar; kimisi de İtalyan aşırı sağının benimsediği bir yönteme indirger.
Tanım farkları bir yana, faşizmin son derece birleştirici bir unsur olduğu kesindir. İster faşistlerin karşısında olun, ister yanında; saflarınızda sizin gibi düşünen, sizin gibi davranan ve sizinle beraber mücadele etmeye hazır birilerini bulabilirsiniz.
Bu kadar kutuplaştırıcı ve taraf seçmeye zorlayan bir ideolojiyi incelemek için, hem insan bilincinde hem de toplumsal bilinçte temellere inmek zorundayız. Faşizme neyin sebep olduğu, neden insanların bu şekilde bir araya geldiği ve bu durumun nasıl sona erdirilebileceğini tartışmak için de hangi davranışların, hangi reflekslerin “faşişt” olarak tanımlanacağını belirlememiz gerekiyor.
Psikolojik temellerde yatan ve her yerde kendince versiyonları görülebilen bu fikri altyapı partiler veya siyaset düzlemi kullanılarak açıklanamaz. Çünkü faşist partiler ve faşist uygulamalar varsa, faşist insanlar vardır. Faşizm bir hükümet politikası değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Faşist uygulamalar toplumun temeline tezahür eder, toplumsal pratiklerden beslenir ve devamlılığını da bu sayede sağlar.
Faşizmin tarihinde baktığımızda ortak bir gelişim çizgisi görürüz. Bu çizgi genelde toplumsal zayıflık anlarından başlar. Bu zayıflık anı bir işgal, yoksulluk veya toplumsal refah eksikliği olabilir. Bundan sonraki adım genelde bu toplumsal sıkıntı anından bir grubun sorumlu görülmesi ve halkın buna ikna edilmesi olur. Söz konusu grup ülkenin içinden olabileceği gibi tamamen dışarıdan da olabilir. Bu gruba karşı bir düşmanlık gelişir, bu düşmanlık beslenir ve zaman içinde çoğunlukla güç kullanımıyla bu grubun tasfiye edildiğini görürüz. Anlık refah artışı veya ekonomik ilerleme sağlansa da bu durumun uzun vadede sürekliliği sağlanamayacağı için yeni bir düşman bulunması gerekir.
Bu “düşman bulma kültürü”, sadece faşist ideallere sahip devletler katında değil, bu ideolojiden izler taşıyan insanlar arasında da rahatlıkla görülebilir. Nitekim her toplumun hemen her sınıfında bu tür düşmanlaştırıcı ve ötekileştirici politikalar görüyoruz.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, faşizm zayıflıklardan beslenir. Devamlı bir “güç istenci” ile kendini açıklaması ve çoğu zaman bir ülkeyi tekrar “eski güzel günlerine” döndürme vaadi de şimdiki güçsüzlükten kaynaklanır.
Bir devlet politikası olarak faşizm ile bireysel faşizmler arasında kayda değer bir fark bulunmadığını iddia edebiliriz. Bu durumda, faşist uygulamalar, yani başkasının kötülüğü üzerinden kendini aklama ve agresiflikle kendini ilerletme davranışı da sadece devletlere özgü bir durum değildir, tek tek bireylerin de benimsediği bu davranış ancak kitlelerin kabulü ile bir devlet politikasına dönüşebilir.
Toplumsal zayıflık anlarını incelemek bireysel olanlara kıyasla nispeten daha kolaydır. Çünkü bu durum genellikle kendini ölçülebilir, istatistiksel verilerle gösterir ve sebebini bulmak kolaydır. Ülke ciddi bir ekonomik krizde olabileceği gibi aktif olarak nüfusun büyük bölümünün doğrudan ya da dolaylı olarak dahil olduğu bir savaşın içinde de olabilir. Toplumun tamamına sirayet eden bu huzursuzluklar da kişisel düzlemde kendini gösterir.
Fakat faşizm sadece bu zamanlarda ortaya çıkmaz. Güçlenmesi için bu tür kriz anları gereklidir fakat faşist fikirler ve uygulamalar her çağda, hayatımızın her anında karşımıza çıkar. Günlük hayatımızdaki faşizm, bireylerin ruhsal güçsüzlüklerinden kaynaklanır. Çoğunlukla hor görülen sevgi yetersizliği, ilgi açlığı gibi durumlarla temelleri atılan bu güçsüzlük, kişinin büyümesiyle doruk noktasına çıkar. Toplumda yalnız olan, gelişiminde ve hayatında etkili olan her alanda kendi başına bırakılmış ve hayatta kalmak için zorlanan insan, genlerinde saklı olan davranışlarına döner ve kendine bir “sürü” arar. Kendisi gibi yalnız ve güçsüz durumdaki insanlarla bir araya gelerek güçlü hale gelen kişi, ancak bu güçten aldığı değerle hareket eder; bu da sahip olduğu gücü kişinin duygusal hayatının devamı için bir gereklilik haline getirir ve onu bir “güç” olmaktan çıkararak bir bağımlılık, bir ihtiyaç yapar.
Buraya kadarki haliyle toplumun birçok kesiminde görülen ve bir sorun teşkil etmediği düşünülen davranışların faşizmle ilişkisi sorgulanabilir. Fakat “güç” tek etken kriter haline geldiğinde, birlikteliklerinden güç alan topluluklar kendilerini sınamaya başlar. Bu sınama, içinde bulunulan toplumun kuralları ve normlarıyla birlikte değişir ve dünya genelinde çok geniş bir skalaya oturur. Bahsettiğimiz bu topluluğun gücünün sınırlayıcı “normların” gücünü aştığı yerde şiddet olayları olarak değerlendirdiğimiz olaylar yaşanır. Bir futbol takımı taraftarlarının başka bir taraftar grubuna saldırması bahsettiğimiz olgunun en sıradan ve günlük tezahürlerinden biridir.
Faşizm, insan topluluklarında bir siyaset aracı olarak ortaya çıkmaz, tam aksine; en gündelik ve sıradan olaylarda benimsenen, pekiştirilen ve alışılan davranışların siyaset düzleminde bir araç olarak kullanılmasıyla meydana gelir. Faşist siyasette bulunan bir insanın günlük hayatında faşist davranışlarda bulunmaması beklenemeyeceği gibi, faşist davranışlarda bulunan herhangi birinin de faşist siyasete meyletmesi şaşılacak bir durum değildir.
Faşist davranışlar gündelik hayatta yer yer herkesin dahil olduğu eylemlerdir. Dolayısıyla bu ideolojiyle mücadelenin ilk arenası meclis veya sokak değil, kişinin kendisidir.
Comments