Düşünüyorum, Öyleyse Paylaşıyorum
Descartes’ın ünlü "Cogito, ergo sum" yani "Düşünüyorum, öyleyse varım" sözü, insanın öz-bilinçli varlığını ve düşünce gücünü temel alan bir felsefi anlayışı temsil eder. Ancak günümüzde insanlar için bu anlayış, dijital dünyanın etkisiyle dönüşüme uğramış gibi görünüyor. Bugünün insanları için var olmanın temel ölçütü, düşünmekten çok paylaşmak ve görünür olmaktır. Bu bağlamda, "Düşünüyorum, öyleyse varım" ifadesi, "Paylaşıyorum, öyleyse varım" şeklinde evrilmiş durumda. İnsanlar, özellikle de gençler sosyal medyada kendilerini var etmek için sürekli paylaşım yapıyor, içerik üretiyor ve takipçi kazanma çabasına giriyorlar. Bu durum, bireyselliğin yeni bir boyuta taşındığını gösteriyor.
Sosyal medya platformlarında insanlar, kimliklerini oluştururken ve kendilerini ifade ederken, aynı zamanda sürekli olarak başkalarının onayına ihtiyaç duyuyorlar. Descartes’ın bireysel düşünce ve öz-bilinç üzerine kurduğu varlık anlayışı, artık sosyal onay ve görünürlük arzusuyla harmanlanmış durumda. Bu durum, bireyselliğin sınırlarını genişletirken, aynı zamanda yeni bir tür bağımlılık yaratıyor. İnsanlar, sosyal medya paylaşımlarının ve dijital kimliklerinin gerçekte ne kadar "onlara ait" olduğunu sorgulamaya başlamış durumdayken sığınılabilecek manevi limanların değeri her geçen gün artıyor.
Kant ve Ahlakın Evrenselliği: Gerçekten Mümkün mü?
"Felsefe Yazıları"nda Kant’ın ahlaki sistemlerine yapılan vurgu, özellikle genç nesil için tartışmalı bir noktaya işaret ediyor. Kant, bireyin eylemlerinin evrensel bir değer taşıması gerektiğini, ahlaki buyrukların tüm insanlar için geçerli olmasını savunuyor. Ancak günümüz dünyasında bu evrensellik, ne kadar geçerli olabilir? Küreselleşmenin getirdiği çok kültürlü dünya, ahlaki değerlerin evrenselliğini daha da zorlaştırıyor. Ahlaki değerler, bir yanda bireyin kendine ait düşünceleriyle şekillenirken, diğer yanda toplumsal normlar ve kültürel farklılıklar tarafından sınırlanıyor. Tüm bu genişleme ve sınırlanma eğilimlerinin ortasında yolunu ve konumunu bulmaya çabalayan modern insan, kendisini bu çıkmazdan kurtarmayı vadeden eğilimlere çok daha açık ve savunmasız hale geliyor.
Bu noktada Kant’ın "kategorik buyrukları" modern dünyada ne kadar geçerli olabilir? Kant’ın evrensel ahlak ilkeleri, günümüzün hızla değişen ve çeşitlilik gösteren dünyasında yeterince kapsayıcı olmayabiliyor. Genç zihinler, ahlaki ilkeleri daha çok kendi bireysel çıkarlarına göre şekillendirme eğiliminde hareket ederken bu eğilimin yıkıcı sonuçları her geçen gün artan yoğunluklarla gün yüzüne çıkıyor. Mevcut ahlaki normların etkisizliği yeni bir kaos çağını davet ederken “korunması gereken”in nerede başlayıp nerede biteceği sorusu toplumun ayrışmasını körüklüyor.
Kaos: Tehdit mi, Fırsat mı?
“Felsefe Yazıları”, kaos kavramını insanlık tarihi üzerinden analiz ederken, bir düzenin bozulmasından ve yeni bir düzenin inşasından bahsediyor. Eskiyi yıkmaktan korkmamayı ve sonrasında gelecek olanı tartışmayı öneriyor.
Değişim süreçlerinin her zaman korkutucu olduğu ve özellikle insanın kendinden kaynaklı gücünün eksildiği günümüzde, kişi bu fırtınalı süreçten nasıl hayatta çıkabilir? Yeni bir çağın müjdesinin ölüm getirmemesi için ne yapmalı?
Birey için belirsizlik ve kaos, yaratıcılığı besleyen bir unsur olabilir. Düzenin katı yapıları yerine, sürekli değişen ve esnek bir dünyada yaşamak, tek tek bireylerin daha rahat hissettiği bir ortam yaratabilir. Fakat toplum bu konuda aynı esnekliği gösterebilir mi? Eski olanı yıkacağı için yeniyi reddetmek de çözüm olmadığına göre yeninin ve eskinin, kalbin dayattığının ve aklın talep ettiğinin dengesi nerede kurulabilir? Bu bağlamda makalenin kaosa yönelik algısı, yeniden değerlendirilmeli ve belki de çok hassas bir fırsat olarak yorumlanmalıdır.
Liyakat Sistemi
"Felsefe Yazıları"nda yer alan liyakat etiği, bireyin eylemlerinin niteliğine göre değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Günümüzde özellikle vurgulanan ve her yerde karşımıza çıkan kimlik tabanlı değerlendirmeleri reddeder bu yaklaşım. Eğitim, kariyer ve sosyal statü elde etme süreçlerinde karşılaşılan adaletsizlikler, insanların liyakat sistemine olan inancını sarsmış durumda. Yetenek ve niteliğe göre yapılacak bir değerlendirmenin kim tarafından yapılacağı ve bu kişinin yeterli niteliğe sahip olup olmadığı konusundaki güvensizlik, toplumun kendi yeniden inşa mekanizmalarını bozuyor. Kendine ve bir diğerine güveni hızla azalan insan, bu güveni “ebedi” olduğu iddia edilen paradigmalarda bulmaya mecbur bırakılıyor.
İnsanlar, adil olmayan bir sistemde başarılı olmanın yolunun liyakat değil, ilişkiler veya ayrıcalıklar olduğunu düşünebilir. Bu durum, toplumsal adaleti sağlamak için güven kavramının yeniden inşa edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu da, toplumun tamamıyla ilgili iddialarda bulunmadan önce bu güven duygusunu kendi çevresinde inşa etmekle başlayabilir.
Gelecek: Kimin Ellerinde?
Makalenin önemli bir vurgusu, insanın geleceğini kendi ellerine alması gerektiği fikridir. Bu, özellikle gençler için heyecan verici bir çağrı olabilir. Günümüzde, makalede de belirtildiği gibi kişisel nüfuz alanlarımız manevi düzlemde artarken ve hepimiz engin bir bireyselliğin sınırlarında gezerken, maddi dünyada her geçen gün daha fazla şeyi kaybediyoruz. Yediğimiz yemekten kullandığımız yakıta kadar hayatımızın çıkarılamaz bir parçası haline gelmiş unsurlardaki söz hakkımız ve bilgimiz hiçbir zaman değiştirmemize yetecek seviyeye gelmiyor. “Yeterince istersek her şeyin mümkün olduğu” algısı zihinlerimize işlenirken gerçek dünyadaki işlevimiz gittikçe azalan sayıdaki şıktan birini seçmekten öteye gidemiyor. Ne kadar istersek isteyelim; sağlıklı beslenmek, doğru uyumak, etrafımızdaki insanlarla ve en önemlisi ailelerimizle ilişkilerimiz; en başta elimizden alınanlar, çeşitli bedellerle bize geri veriliyor. Özel fiyat etiketine sahip ürünleri alarak sağlıklı beslenmeye devam edebileceğimiz, hava temizleyicisi ve uyku terapisi alarak uykumuza geri kavuşabileceğimiz, o diziyi izlersek, o yöntemi uygularsak, sevdiğimize o hediyeyi alırsak ilişkilerimizi tekrar iyi bir aşamaya getirebileceğimiz söyleniyor. Bu sırada, insanı insan yapan şey, yaratıcılık kavramı, bir avuç insanın elinde oyuncak haline gelen “elit” bir yeteneğe dönüşüyor.
İnternetle birlikte gelen engin bilgi edinme kapasitesi, beraberinde gelen bu bilgiyi kullanma kapasitesinin azalmasını gölgeliyor. Hepimiz eski kuşaklara göre çok daha fazla ve çeşitli konularda fikir sahibiyken gündelik hayatımızın kontrolünü kaybediyoruz. Zihnin elden, teorinin pratikten, dünyadan elini ayağını çekmiş insanların geri kalanlardan üstün olduğuna ikna edildiğimiz bir dünyada, değer onu üretenden alınıp onu pazarlayana veriliyor.
Çağımızın tüm bu karanlıklarının içinde, her zaman olduğu gibi bir umut duruyor. Bize anlatıldığı gibi bir anda yardımımıza koşup her şeyi eski haline getirecek bir umut değil bu. Ulaşmamızı gerektirecek, kayıplar gerektirecek, bedel ödetecek ve dünyayı daha önce hiç olmadığı kadar değiştirecek bir umut. Fakat tüm bu olumsuzluklarının yanında, gerçek bir umut. BİZİM umudumuz.
Comments