( Bizim Hikayemiz – 15 )
Opportunity ( fırsat ) kavramı insanın karşısına çıkan anahtar bir kelimedir.
Fırsatı yakalamak önemlidir, fırsat bizim sınırlarımızı gösterir, potansiyellerimizi açığa çıkarır, bizi rekabete sokar, sınar ve kanıtlar.
Amerika en başından bu yana bir fırsatlar ülkesiydi.
Başlangıçta Amerika’daki İngiliz kolonileri orta bölgede sağlam bir şekilde iskan edilmişlerdi.
“ Vahşetin Çağrısı “ içinde bulunan bu bölgedeki kentler tıpkı Avrupa’daki örnekleri gibi kendi kendilerini yönetme fırsatı yakalamışlardı.
İngiltere’deki çalkantılı durum onların bu özerk yaklaşımına katkı sunmuştu.
1762’de 63.000 Fransız’’a karşı 1 milyon İngiliz vardı Amerika’da.
Yani Avrupa’dan göçen her bir Fransız’a karşı 30 İngiliz Amerika’ya göçmüştü.
Bu durum sonraları Fransızları kuzeye yani Kanada’ya yöneltti ve Fransızlar Kanada’da yoğunlaştılar.
Önceleri İngiltere’deki iç karışıklıklardan yararlanan Amerikalılar sonraları denizlerin onlara sunduğu yeni fırsatlardan da yararlandı.
Eğer uzaklarda şaşırtıcı maceralara girişilmez ise deniz servet kazandırmaz, Amerikalılar macerayı ve serveti seviyorlardı.
18. yy. sonlarında Abd. ticaret filosunun tonajı İngiltere’den sonra 2. idi ve nüfusa orantılandığında ise 1. idi.
Amerika’nın fırsatlar için krediye ihtiyacı olmuştu hep, sürekli nakit kıtlığı onlara ekonominin hileli ve zayıf yönlerini göstermişti.
Sonraları yeni fırsatların ülkenin iç kesimlerinde olduğu görüldü.
“ Self Mademan” ( Kendini yetiştiren adam ) fırsatları kollayacak ve er geç kazanmanın bir yolunu bulacaktı.
Bu perspektif onların tek kurşun atmadan Atlantik’ten Pasifiğe kadar gitmelerine imkan tanıdı.
1803’te Lousiana’yı satın aldılar, 1821‘de Florida’yı elde ettiler, 1846’da Orleans’ı aldılar, Teksas ve Kaliforniya’yı Meksika’dan, 1867’de Alaska’yı Rusya’dan satın aldılar.
Bu karasal yönelim tarımsal gelişmeleri tetikledi ve bu da Amerika’nın kurucu babalarının sınıfını yarattı.
Ancak bir sorun vardı.
İngiliz siyasal geleneği vergi verenin rızası olmadan vergi olmaz diyordu ancak vergi veren bu toprak sahipleri Londra’daki parlamentoda temsil edilmediği için huzursuzdurlar ve fırsat bulamıyorlardı.
Temsil edilmeme durumu anayasa yapma konusunda George Washington ve Thomas Jefferson gibi kurucu babaların dünyadaki en iyi anayasayı yapmak istemeleri iradesini ortaya koydu.
Hobbes Felsefesi ve Calvin Protestanlığı’nın ahlakına uygun bir anayasa yapmak istiyorlardı.
( Bakınız Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu – Max Weber )
Bu nedenle onlar için Hobbes Felsefesi’nin gereği olan “ İnsan insanın kurdudur “ ve Calvin Ahlakı’nın “ Maddeye yönelik zihniyet tanrının zıddıdır” mottoları temel referans noktaları oldu.
Öte yandan Shays Ayaklanması sonrası General Knox George Washington’a “ Amerikalılar insandır, hayvansı tutkularına rağmen insandır “ yazmıştır, tıpkı anayasal perspektiflerinde olduğu gibi.
Bu nedenle Amerika Bağımsızlık Bildirgesi İsyan ve Ayaklanma hakkını da, tüm insanların yasa önünde eşit olma hakkını da tanımıştır.
Ancak yine bir sorun vardı.
Amerikan Anayasası’nı kaleme alan Founding Father’s adlı gruptan Plantasyon sahibi Charles Pinckey her hangi bir yurttaşın cumhurbaşkanı olmak için 100 bin dolar olması gerektiğini söylemiştir, bu para da o dönem için ancak toprak sahiplerinde bulunuyordu.
Genç bir vali olan Morris’de “ Aşırı Demokratik” olduklarını ve bunun ülkeye zarar vereceğini düşünmekteydi.
Amerika’da herkes eşitti ama bazıları daha eşitti, fırsatlar vardı ama bazıları için vardı.
Fransız devriminin günümüzde hala yeterince sorgulanmayan ve eleştirilmeyen özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganının temelleri sorgulanırsa özgür olanın eşit olamayacağı, adil olanın da özgür olamayacağı gibi dolaylı ve çapraşık sonuçlar elde edilebilir.
Tıpkı Amerikalıların vardığı sonuçlarda olduğu gibi.
Amerika’nın kurucu babaları liberty, equalite ( özgürlük ve eşitlik ) kavramlarına yaslanarak iktidarı toplumun sorumlusu olarak zenginlere vermekte herhangi bir sorun görmemişlerdi.
Genereal Knox’un söylediği buydu aslında, Amerikan toplumu ve yöneticileri için bencil, yırtıcı hayvan dürtüleri ile eşitlik ve adalet uzlaşabilirdi.
1787 Anayasası bu nedenle karşılıklı ağırlık merkezlerini esas aldı, anayasayı yapanlara göre iktidar bölündü ve dengelendi.
Buna göre para herkese eşit mesafedeydi ve ona ulaşmak için biraz yırtıcı olmak gerekiyordu.
Birbirini sınırlayan bu “ Sağlıklı Rekabet “ günümüzdeki parlamentarizmin ve anayasacılığın merkezileşmesine ve sorgusuz sualsiz kabulüne dönüşmüştü.
“ Güçler Ayrılığı İlkesi” tarihsel ve toplumsal hiç bir veçheyi kavramadan adeta bir amentü haline getirilip kabul edildi.
Dolayısıyla şu an üzerinde yürüdüğümüz siyasal zemin “ Amerikan Anayasalcılığı “ temelli ve çürük.
Çünkü ülkemizin tarihsel ve toplumsal birikimi ile uyumlu değil.
Her anayasacı tutum bir ekole yakınlık ve yatkınlık içerir.
Osmanlı Devleti’nden bu yana 3.Selim ve 2. Mahmut eliyle gerçekleştirilmeye başlayan değişimler, önceleri Fransız Ekolü’nün, sonraları İttihak ve Terakki ile birlikte Prusya ve Alman Ekolü’nün, Demokrat Parti iktidarı sonrası içinde bulunduğumuz dönemi de kapsayan Amerikancı Ekol’ün benimsenmesini getirdi.
Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında gösterilen bağımsızlıkçı tutum, 60 lı ve 70 li yıllardaki özgürlükçü yönelim ne yazık ki tarihsel ve toplumsal birikimimizi istediğimiz seviyeye taşımaya yetmedi.
Köy Enstitüsü öykünmeciliğinden vazgeçip, ülkemizin içinde bulunduğu grift sorunları çözme iradesi gösterecek yeni bir devrimci atılıma ihtiyacımız var.
Bunun için “ Parlamenter Rüyalar” faslını bitirip bir an önce “ Toplumun Özörgütlenme Formlarını “ tartışmamız gerekiyor.
Biz fırsat beklemeyeceğiz.
Çünkü;
“ Gelecek Günler için gökten ayet inmedi bize
Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize “
Comments