Hititler Luvi halkına “ Işık İnsanları” diyorlardı.
Sözcüğün kökeni Luvice “Lu” ya da “Luv” dan geliyor.
Bu sözcüğün anlamı “ışık, pırıltı, ışıldamak, aydınlık, aydınlanmak”.
Sözcük birçok dilde varlığını sürdürüyor.
Hititçe’de Lukka, Latince’de Lux, İngilizce’de Light, İtalyanca’da Lure, İspanyolca’da Luz, Almanca’da Licht kelimelerinin anlamı ışık.
Luviler Hint - Avrupa dil ailesini kullanan en eski halk kabul ediliyorlar.
Var oldukları dönemde tüm Anadolu’da Luvice konuşuluyordu, Likya dili de Luvicenin bir devamıydı.
Asya (assuva) adını Luviler koymuştu.
Luvilerin en önemli eril tanrıları, Apollon’du.
Anadolu kökenli bir tanrı olan Apollon “ Işığın Tanrısı “ kabul ediliyor ve sembolü de “ Güneş”.
MÖ 6000 lerde ortaya çıkan bakır çağını Luvilerin yarattığı söylenir.
Luvilerin başkentleri ve kralları yoktu, yönetsel bir yönelimleri de yoktu.
Toplumsal yaşamda, özelilkle dilde belirleyiciydiler.
O sıralarda yönetsel olarak Hititler egemendi.
Hititlerin intikamdan çok telafiye dayanan yasaları vardı ve yazılı bir anayasaya sahiptiler.
Başka tanrılara karşı hoşgörülüydüler, kadınlara da haklar veriyorlardı ve idam cezasını ilk onlar kaldırdı.
Diplomasiye ve ittifaklara savaşlardan daha çok önem veriyorlardı ve bu sırada dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptiler.
1259 yılında Kadeş Savaşı’nı 3500 savaş arabasından yalnızca 1000 tanesini kullanarak kazandılar.
Üstelik sınırlarında uzun süreli bir istikrar isteği nedeniyle Mısırlılara tarihin ilk barış anlaşması olan Kadeş Barış Anlaşmasını imzalamayı teklif edenler de onlardı.
Hititler başka topluluklarla da anlaşmalar imzaladılar.
İlios, Wilusa Medeniyeti ile 400 süren bir saldırmazlık anlaşması imzalamışlardı örneğin.
İlios veya Wilusa günümüzdeki Truva idi.
Burada ilk yerleşim MÖ. 4800 yıllara tarihlenir.
Truva var olduğu sürece hep zengindi, bu zenginliğin kaynağı çevresindeki madenler ve coğrafi avantajlarıydı.
MÖ 2500 lerde Dünya’da en fazla miktarda tunç Truva’da kullanılıyordu.
Schillman Hazine A’da bu zenginliği ifade eden 8700 altın inci buldu.
Kubbeli ocaklar ve arı yuvasına benzeyen fırınlar Truva Halkı’nın MÖ. 2200 lerde Anadolu’dan buraya geldiğini işaret ediyorlar.
Seramik konusunda ustaydılar 60 farklı kap türleri vardı ve kaplar Anadolu menşeili idiler.
Örneğin kullandıkları iki kulplu kaplar (depas) çok daha önceleri Eskişehir Coğrafyası’nda kullanılıyordu.
Truva Kralı Priamos’un eşi Hekabe Frigyalıydı.
Truva zenginliğinin bedelini bir savaşla ödedi ve bu savaş 10 yıl sürdü.
Truva Savaşı ve dönemin gelişmelerini bize aktaran Homeros İlyada ve Odysseia destanlarını yazdı.
İlyada,” İlios’un Destanı” anlamına gelir yani “ Truva’nın Destanı “dır.
15.693 dizeden oluşan destanda 106 kez İlios ve 53 kez Truva adı geçer.
Truva Savaşı’na Anadolu’dan 22 farklı topluluk katıldı, örneğin Amazonlar, Frigler, Likyalılar bu topluluklardan bazılarıydı.
Savaş sonrasında Dardanosluların yani Çanakkalelilerin komutanı Aeneas babası Anchies’i sırtlayıp oğlu İlius’u yanına alarak Adremition’dan Akdeniz’e açıldı ve daha sonra Roma kentini kurdu.
Truva coğrafi olarak doğu ile batı arasındaki sınır ve aynı zamanda geçişti.
Truva ne doğu ne batıydı, aynı zamanda hem doğu hem de batıydı, dolayısıyla dünyanın merkezi kabul edilebilirdi.
MÖ 480‘de Pers kralı Kserkes, MÖ 334’te Büyük İskender, MS. 1462’de Fatih Sultan Mehmet Truva’yı ziyaret edip adaklar sundular.
Sezar’ın kurdurduğu İlius Hanedanı kendilerinin Aeneas’ın oğlu İlius’un soyundan geldiklerini söylediler.
Hatta Sezar’ın Truva’yı başkent yapmayı tasarladığı iddia edilir.
Yukarıda saydığımız 4 imparatorun ortak özelikleri hem batının hem doğunun yani dünyanın imparatoru olma hedefleriydi ve hepsi için Truva merkezi bir önem ve anlam taşıyordu.
Yunanca “ Anatolia” yani “ Anadolu” güneşin doğduğu yer anlamına gelir.
Şimdilerde ne doğu ne batı, hem doğu hem batı olan bu coğrafyada, güneşin doğduğu yerde, ışık insanlarının dilden ve kültürden başlayarak yeniden bir paradigma ve medeniyet tasavvuru geliştirdikleri söyleniyor.
Yaşam Köyleri ile komünitelerini hayata geçirdikleri ve tarihsel bir iddiaya soyundukları rivayet ediliyor.
Kavramları, Paradigmayı ve Hikayeyi değiştirmeye talip olduklarını söylüyorlar ve Marx’ın şu sözünü referans alıyorlar.
“ Her şey o kadar umutsuz ki içimizde umut yeşeriyor.”
Kommentare