( Bizim Hikayemiz – 12 )
Yunanistan Balkanların alt kısmında yer alır, denize doğru çıkıntı yapan kara parçalarından ve alçak ama sarp dağlarla kaplı 1400 adadan oluşur.
Yakmak için ağaca ve tekne yapımı için keresteye ihtiyacı olan Yunanlılar ormanları büyük oranda tahrip etmişlerdi.
Köy ve kentler ise deniz kıyısında veya dağlarla çevrili olduğu için yalıtık durumdaydı.
Bu nedenle kentlerin çoğu küçük ve bağımsız kent devletlerine dönüşmüştü.
Yunanlılar küçük kent devletlerin yararına inanıyordu.
Aristoteles, ideal kent devletinin herkesin birbirini tanıyacağı kadar küçük olması gerektiğini düşünüyordu.
Fakat bütün kent devletleri küçük değildi.
İki bin beş yüz yıl önce Yunanistan’da iki büyük kent devleti ortaya çıktı.
Sparta büyük bir kent devletiydi ve Atina kent devletinin üç katı kadardı.
Sparta yarı efsanevi yasa koyucu Lycurgus tarafından getirildiği varsayılan sosyal sistemi ve anayasasıyla Antik Yunan’da önemli bir yer tutuyordu.
Bu yasalar Sparta toplumunu askeri yeterlilik bakımından üst düzeylere çıkarmıştı.
Spartalıların sınıfsal ve hiyerarşik bir yapılanmaları vardı.
Erkekler sıkı bir eğitimden geçirilir ve bunun sonucunda iyi bir savaşçı olurlardı.
Kendilerinden sayıca çok üstün olan insanları bile sert ve acımasız yöntemlerle yönetmeleri nedeniyle her erkeğin inanmış ve sadık birer asker olmaları gerekliydi.
Zayıflık her anlamda acizlik olarak görülüyordu.
Kent devletleri oldukça küçük olduğu için Atina kent devleti büyüklük olarak Sparta’dan hemen sonra geliyordu.
Öyküsü diğer kent devletlerinin öyküsü gibiydi.
Başlangıçta aynı soydan gelen krallar tarafından yönetildiler, sonra üzüm ve zeytin yetiştiriciliği sonucu zengin olan toprak sahipleri tarafından, sıradan insanlar tarafından ve diktatörler tarafından yönetildiler.
Kent devletlerindeki demokrasi sınırlı bir demokrasiydi her yurttaşın oy verme hakkı yoktu.
Atina demokrasisi de böyleydi.
Yalnızca erkekler, erkeklerin de yalnızca özgür olanları yönetime katılabilirdi.
Çoğunluk demokrasinin dışında bırakılmıştı çünkü onlar ya köleydiler ya da farklı yerlerde doğmuşlardı.
Bir dönem sonra Yunan Kent Devletleri Perslerin saldırısına uğradı.
Bu saldırılara karşı birlikte hareket etme ihtiyacı, kent devletlerinin birleşmesini sağladı.
Pers Savaşları’na ilişkin alıntılar tarihin babası olarak adlandırılan Herodotos’un yapıtlarından alıntılandı çoğunlukla.
Yunanlılar insanlığımızı keşfetmenin bir yolunu bulmuşlardı; trajedi.
Yunan trajedileri bazı tasarlanmamış zararlı eylemlerin yol açtığı acıyı araştıran, seyircide acıma ve dehşet duyguları uyandıran kısa oyunlardı.
Yunan trajedilerinin en ünlüsü Sophokles’in Kral Oidipus’uydu.
Atinalılar üretken bir halktı, çoğunluğu birden fazla işle meşgul olurdu.
Ünlü ozanları Sophokles yüz yirmi oyun yazmış, aynı zamanda bir dansçı, müzisyen ve güreşçiydi.
Balkanlarda yer alan Makedonya Krallığı, Kral Philippos zamanında donanımlı bir orduya sahip oldu ve oğlu İskender tüm Yunan Kent Devletleri’ni denetimi altına aldı.
Dünyanın diğer yanında ise bir başka uygarlık var olmuştu, Çin Uygarlığı.
Diğer uygarlıklar gibi Çin uygarlığı da bir nehrin kenarında doğmuştu.
Huanğ Hğı diğer adıyla Sarı Irmak Çin’in hayat kaynağı oldu hep.
Verimli olmayan arazileri çok fazla olduğu için Çinli köylüler büyük emek harcamaya alışmıştı.
Pirinç üretimi de çok fazla emek istiyordu ama bunun sonucunda çok sayıda insanı doyuruyordu.
Yamaçları taraçalandırılıyor, tehlikeli akarsu kenarlarına bentler yapıyorlardı.
Toprak çok değerliydi bu nedenle hayvancılıktan ziyade tarıma ayrılıyordu.
Çin bitkisel bir uygarlık olmuştu.
Çinliler insanın kalkıştığı eylemlere dair şu öğretiyi benimsedi.
Gök, yüce varlık, evreni yönetir ve Gök’ün vekilliğine sahip değilse Gök’ün rızası yoksa yönetemez.
Çinliler için Gök’ün vekilliği düzenleyici bir kavram oldu.
Çin hükümdarı bu kadar geniş toprakları yöneten birinin kraldan daha büyük olduğunu belirtmek için “İlk İmparator” unvanını kullanmaya başladı.
İlk imparator, Büyük Okyanus’tan Orta Asya’ya doğru binlerce kilometre uzanan Çin Seddi’ni parça parça surlarla kurmuştu.
Yüzyıllar sonra yeniden inşa edilen duvar o kadar büyüktü ki astronotların Dünya’nın çevresindeki yörüngelerinden duvarı ayırt ettikleri söylenir.
İmparator öldüğünde görevliler onu pişmiş topraktan gerçek insan büyüklüğünde yapılmış sekiz bin askerden ve attan oluşan bir orduyla birlikte dev bir tepenin altına gömdüler.
Çin bölündüğü ve zayıfladığı zamanlarda bile Asya’nın doğusundaki en önemli güçtü.
Çinliler ürettikleri ipeği batıdaki ülkelere satıyorlardı.
Çinlilerin en büyük övünç kaynağı batılıların Konfuçyüs dediği Kunğfudzi idi.
Çinliler çok yaratıcı insanlardı.
Kağıdı diğer halklardan çok daha önce kullanmaya başladılar.
Şemsiyeyi, el arabasını, kibriti, diş fırçasını, oyun kağıdını büyük olasılıkla ilk Çinliler kullanmıştı.
Avrupa da ilk kitabın basılmasından beş yüz yıl öce Çin'de Konfüçyüs klasiklerinden oluşan bir seri basılmıştı.
Batı Uygarlığı’ndan ve Doğu Uygarlığı’ndan verdiğimiz bu örneklerde gösteriyor ki eşdeğerlikli yeni bir tarih ve uygarlık tanımına ihtiyacımız var.
Çünkü tıpkı insanlar gibi devletler ve toplumlarda etkişimlerle var olur, yaşar ve gelişirler.
Hepimizi birleştiren “ İnsancıl Tarih “ anlayışını geliştirme çabalarımıza katkılarınızı bekliyoruz.
Comments