top of page

Issızlığın Ortasında

Güncelleme tarihi: 19 Kas

1644 ile 1687 yılları arasında Descartes, Galile, Kopernik ve Newton yayınladıkları kitaplarla bir çağı dönüştürüyorlardı.


Referanslar krizinin ortasında John Donne “ Parçalar halinde her şey, tekmil tutarlılık yitip gitti, adil ölçü kalmadı, hiçbir şey tutmuyor birbirini “ diyerek o dönem yöneticilerinin ortak sesi oluyordu.


Kapalı bir dünyadan sonsuz bir evrene geçiliyordu artık.


Terori kelimesi yunanca kutsal olanı (theion) görüyorum (orao) kavramlarından türetilmişti.


Ve artık kutsal olan yani teori yıkılırken insanlık manadan yoksun, yatışmaz bir doğa ile baş başa kalmıştı.


Kaos zamanlarıydı.


Evet dünya bir çarpışmalar ve güçler dünyasıydı fakat kozmosun yarattığı kaosta bir liman yaratmak gerekliydi.


Kant böyle bir arka planda Yunanca biraraya getirmek anlamına gelen " Sentez " kavramını referans aldı.


“ Sentez Üretme “ ve “ Sentetik Hüküm Verme Hakkı “ ile doğal durumda görülen insanı, hukuksal bir zemine taşımayı ve insanlık için bir liman yaratmayı hedefliyordu.


Doğanın öngörülemez durumlarını aşarak eğitim yoluyla toplumun bilinebilir bir geleceğe yürüyebileceğini düşündü.


Bu yaklaşım Fransız Devrimi’nin cumhuriyetçi ideallerini geliştirmek ve “ İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine “ varacak olan hümanist yönelime katkı sundu.


Bunun için temel kavramlara ihtiyaç vardı.


Bunlardan biri “ Çıkar Gütmez Eylem “ idi ve “ Seçilmiş Amacın Evrenselliği “ esas alınıyordu.


Bu kavramlar Kant için “ Kategorik Buyruklar “ dı.


“ Katogorik Buyruklar “ ahlakın buyurucu karakterini yansıtıyorlardı.


Daha anlaşılır bir ifade ile kendimize çeki düzen vermeyi, kendimizi durmaksızın iyileştirmeyi ve geliştirmeyi öngörüyorlardı.


Bu durum aristokrat etiğin zıddı olan ve doğuştan gelmeyen eylemlerimizle kazanabileceğimiz “ Liyakat Etiği “ kavramını oluşturuyordu.


Hepimiz eylemlerimizin niteliği oranında, liyakatta eşit olabilirdik.


Eşitliğimizin temeli eylemlerimizdi yani.


Bir çağ böyle dönüştü.


Artık “ Doğal Kozmos “ yerine “ İnşa Edilebilir Kozmos “ olacaktı.


Aslında her şey bizim tasarımlarımız veya kurgularımız nedeniyle böyleydi.


İnsan geleceğini ellerine alıyordu.


Gelecek göklerden gelmiyordu ve onu biz yaratıyorduk.


Hatta dönem düşünürlerinin bazıları daha ileri giderek bir akıl dini öneriyorlardı.


Amaçlarımıza hakim olabilirsek ahenkli bir dünya yaratabilirdik.


Antik dünyada kozmik düzenin ve kendinden daha yüce bir gerçekliğin insanı artık dünyanın merkeziydi ve mutlak saygıya layık, hakları olan biriydi.


Bu fikirler haklarda biçimsel eşitlik, çalışmaya verilen önem ve bunların sonucu olarak bireyciliği besledi.


Kişi çalışırken dünyayı kurduğu kadar kendini de yeniden kuruyordu.


İnsanlık ellerini fark ediyordu.


Çok çalışmamız aynı zamanda kendimizi daha çok eğitmemiz gerektiği anlamına geliyordu.


Böylece yeni çağın ahlakı inşa edildi.


Kaderimiz ellerimizdeydi artık.


Çalışırsak ve Eğitilirsek olabilirdi.


Descartes “ Cogito Ergo Sum “ yani “ Düşünüyorum Öyleyse Varım” diyerek insanı daha da özne kıldı.


1789 Devrimini gerçekleştiren jakobenler “ Okullarından Çıkıp Sokağa İnen Descartesçi Devrimcilerdi “


Aile, Devlet , Kilise ve her tür otoriteye karşı çıktılar.


“ Tarihimiz Yasamız Değildir “ dediler.


" Geleneklere Sonsuza Kadar Saygı Duyulamaz" diyorlardı.


Özneler artık kendilerine güveniyorlardı.


Ancak kendilerinden başka kimseye de güvenmemeye başlıyorlardı.


Şahsen itimat etmedikleri emin olmadıkları ve kendi yapmadıkları şeylere hep kuşkuyla yaklaştılar.


İman ya da inanç değil özbilinç hakikate ulaştırabilirdi bizi.


Eleştirel düşünce böyle gelişti.


“ Tanrısız Maneviyatlar ” dünyasını yarattılar ve geleceğin ideolojileri bu temelin üzerine inşa edildi.


Bize “ Devrimi, Vatanı ve Bilimi” verdiler.


Kant “ Genişlemiş Düşünce “ diyordu bu yaklaşımlara.


Daha geniş ve daha evrensel bakmamızı salık veriyordu.


Yeni bir çağın şafağında göklerden gelen iradeyi insana vermeye çalışan bu fikirler hala güncel mi ?


Egoları şişmiş tanrı-insanlar dünyası yaratılmasının yolunu da bu fikirler mi besledi ?


Yeryüzü Cennetimizi ararken Cehenneme giden yollar mı inşa ettik ?


Ne Göklerdeki Cennet ne de Yeryüzü Cenneti hayalimiz derdimize derman olmadı mı ?


İnsanlık olarak ruhumuz hala üşüyor mu ve hala yalnız mıyız ?


Ne bizi sürünün bir parçası kılan toplumsallıklar ne de bizi özerkleştirirken yalnızlığa boğan bireysellikler çözüm değilse ne yapacağız ?


Bize göre “ Gökkubbe Altında Bir Kaos Var ve Şartlar Mükemmel “.


Başlayalım mı ?

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ne Yapmalı ?

Comments


bottom of page