Her canlı hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eder. İnsan da dünyada bu refleksle yaşamını devam ettirir. Bu esnada karşısına bu refleksi tetikleyebilecek farklı gerçeklikler çıkar. Örneğin ilk insanlar için bu gerçek, zorlu gerçek, karanlıktır. Çok basit bir şey gibi gözükse de insan ilk kez karşılaştığı, bilmediği şeye karşı korku hisseder. Bu tetikleyici; bir ses, bir hayvan, herhangi bir doğa durumu olabilir. İnsan bu belirsizliklere karşı dayanıklı olabilmek için bir güvenceye, rahatlamaya ihtiyaç duyar. İhtiyaç duyduğumuz bu şey inançtır.
İnanışlar ilk etapta doğaya karşı yapılmıştır. Freud’a göre totem en eski inanış formlarından biridir. Biz insanlar yaşama devam edebilmek için umuda, yaşama sevincini ve arzusunu canlı tutabilmek için meraka ihtiyaç duyarız. Totemler bu konumda, özellikle ilkel dönemlerde, her ikisine de cevap veren kapsayıcılıkta olabilir. Sonraki aşamada yaşanan diğer bir inanış da büyü ve ritüellerdir. Büyüler zamansal genişlikte, bilinmeze karşı yaşadığımız, belirsizlikten kaynaklı huzursuzlukları ve kuşkuları gideren düşünsel bir uyuşturucudur.
Din de bu antropolojik temelde incelendiğinde inanışların evrilerek geldiği güncel haldir. Rüyaları ve bilincin ötesine geçilen zihinsel yolculukları açıklamak için de kullanılan din, sonrasında ortaya ruh kavramını ve öbür dünyayı çıkarmıştır. Bilinçaltında kişinin yaşadığı veya gördüğü şeylerin farklı biçimlerde tezahür ediyor olması, insanın özünde iki ruha sahip olduğu, birinin uyanık diğerinin uyur durumda aktif olduğu gibi inanışları getirmiştir. Bununla beraber iki ruhtan diğerinin başka bir dünyadan, öteki taraftan, gelerek bize mesajlar verdiğine de inanılmaya başlanmıştır.
Şu andaki dinlerde anlatılar genellikle ölümle ilgili açıklamalara yer verir. Ölümün sonrasını, ruhun yolculuğunun bilinemeyen kısmını anlatır. Ölüm gerçeğiyle ilgili kabullenişleri kolaylaştırır. İnsan yaşamının da bir sonu olacağı gerçeğini ve bizi sona yaklaştıran zamanı unutturarak dünyaları yaşanabilir kılar. Çünkü ölüm ağır bir hakikattir. Bu yüzden inanılan dinler ölümü kurtuluş olarak ve bazen de zafer olarak simgeler.
Bunlarla birlikte günümüzdeki dinlerin temelinde merhamet etmek, sadaka vermek gibi davranışlar yer alıyor. Sadaka verecek kişinin varsıl, merhamet edecek insanın üst sınıftan bir birey olması gerekiyor. Buna göre yardıma ihtiyacı olanın da yoksul ve desteğe ihtiyaç duyan, ezilen bir alt sınıfa ait olması bekleniyor. Yani toplumda alt ve üst sınıflar var ediliyor. Toplumda bariz bir biçimde bu zıtlıklar oluşturuluyor, dayatılıyor. Aynı zamanda da bu küçük iyiliklerle, din başlığı altında ve hatta din için atılan adımlarla bir adalet sağlanması bekleniyor. Oluşumun zaten eşitsizlikler üzerinden ilerliyor olması ise vaat edilen ve gerçekte yaşananlar arasında bir çelişki, insanlık için bir kısır döngü yaratıyor.
İnanışın bu bilimsel ve hatta somut tarihi incelendiğinde Marx’ın “din halkın afyonudur” görüşü ortaya çıkar. Ona göre inananların yaptığı, gerçek dünyadaki gerçek özgürlük yerine öte dünyadaki yalan özgürlük vaadini benimsemektir. Hayata geçirilenin, sinsice planlanmış olduğunu düşünmemektir. Egemen sınıfın ideolojisine karşı koymamaktır. Bu fikir insanların potansiyellerini indirgemek, böylece olası isyanları önlemektir. Kendi hakimiyetlerini haklı çıkarmak veya olağan göstermek için halklarını sürekli baskı altında ezerek uysallaştırmaktır.
Kurulan bu inanma-inandırma ilişkisinin bozulmaması için güç sahipleri, değişime, dönüşüme kapılarını kapatır. Dinlerde devrim olmaz. Bu köklü değişim gerçekleşmeyeceğinden inançlar, zamanla iktidar savaşını kazanmış olanların silahı, sopası haline gelir. “Din, ezilen sınıfın iç çekişleridir.”
Özel mülkiyetin kutsandığı, zenginliğin korunduğu ve bu yüzden adaletin fiilen yer almadığı yeni dinlerdeki olan ve olabilecek tek değişim parayı kerteriz noktası alarak yapılandır. Bugünkü sistem için kapitalizme uyum sağlamaktır. İktidar sahipleri insanları umutlandırarak, bir çıkış olduğuna ve o çıkışın inanmakla geleceğine ikna ederek gücü ellerinde tutarlar. Sahip oldukları saadeti halkla paylaşmaz, halklarına karşı çıkma hakkı tanımazlar. Halkın düştüğü hallerin halkın suçu olduğunu savunurlar. İsyan etmek yerine mevcut konumlarına şükretmeleri gerektiğini söyleyerek akıllara girerler. Bir yerden sonra kullandıkları araçlar meta haline gelir, sistem bir inanç ve vaat çukuruna dönüşür.
Tüketmeye, dolandırılmaya, dolandırmaya, kolay yoldan kazanç sağlanabilecek her oluşuma açık bir sistemde buluveririz kendimizi. Herhangi bir tüketim ürünü gibi hızlıca kullanılıp atılırız.
コメント