top of page

Lykeion'dan Nizamiye'ye Eğitim: Doğu ve Batı arasındaki Köprüler

Güncelleme tarihi: 28 Ara 2024

Eğitim, insan topluluklarının tarih boyunca tekrarladığı en temel eylemlerden biri olmuş ve farklı coğrafyalarda çeşitli şekillerde gelişmiştir. Lise ve üniversite kavramları, bu eğitim sürecinin önemli bir parçası olarak hem Batı hem de Doğu dünyasında derin tarihsel ve kültürel köklere sahiptir. Günümüzde eğitimin içinde bulunduğu durumu anlamak ve onu değiştirmek için eğitim kurumlarının tarihsel gelişimine göz atmak faydalı olacaktır.


Modern anlamda ilk eğitim kurumlarını Antik Yunan’daki okullarla başlatabiliriz. Bu kurumlarda yapılan eylemi gerçek anlamda eğitim olarak sınıflandıran şey, öğretilen kavramların sadece hayat içerisinde ihtiyaç duyulacak pratik eylemler değil, soyut ve düşünsel problemler olmalarıdır.

Batı eğitim geleneğinin önemli bir köşetaşı, Aristo tarafından M.Ö. 4. yüzyılda kurulan Lykeion’daki Peripatetik Okul’dur. Bu okul, Atina’nın açık fikirli ve tartışmaya dayalı ortamında ortaya çıkmış, eğitimi entelektüel gelişim ve bilimsel araştırmayla birleştiren bir model sunmuştur. Lykeion’da dersler, doğa bilimleri, felsefe, mantık ve etik gibi şehir devletinin ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmiş konulardan meydana gelmiştir. Bu modelde, bireyin aklını kullanma kapasitesi ön planda tutulmuş, bilgi arayışı ve kültürel zenginlik bir erdem olarak değerlendirilmiştir.


Lykeion, ağırlıkla elit sınıfa hitap eden bir kurumdu. Eğitime erişim genellikle erkeklere ve özellikle üst sınıf bireylerine sınırlıydı. Bu durum, Batı eğitim sisteminin erken dönemlerde bile sınıfsal bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Ancak, Lykeion’un en büyük katkısı, bilginin tartışılabilir, geliştirilebilir ve aktarılabilir bir şey olduğunu ortaya koymasıydı. Bu anlayış, Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde gelişerek modern Batı eğitim sistemlerinin temelini oluşturdu.


Aristo’nun okulunu kurduğu Lykeion isimli bina, ismini binanın koruyucusu olan Tanrı Apollon’dan alıyordu ve “kurtlardan koruyan” anlamına geliyordu. Bu binanın ismi Aristo okulunun yıkılması sonrasında yüzyıllarca unutulmuş olmasına karşın, 1802’de Napoleon tarafından ülkedeki yükseköğretim kurumlarının ismi olarak kabul edildi. Fransa’yı takip eden birçok Avrupa halkının dilinde “lycée” günümüzde hala bu eğitim kurumunun ismidir.


Doğu dünyasında ise eğitim, medreseler aracılığıyla organize edilmiştir. Medreseler, İslam dünyasında 10. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmış ve hukuk, teoloji, astronomi ve matematik gibi çeşitli alanlarda eğitim sunmuştur. Bu kurumlar, dini bilgiyle seküler bilginin birleştirildiği çok yönlü bir model sunmuş, ancak genellikle dini öğretinin birincil önemde olduğu bir eğitim sistemi olarak öne çıkmıştır.


Doğu’daki eğitim modelleri, genellikle toplumsal sınıfların ötesine geçerek farklı ekonomik ve sosyal tabakalardan bireyleri bir araya getirmeyi hedeflemiştir. Bu durum, Doğu eğitim sistemini toplumun eğitime katılımını destekleyen bir araç haline getirmiştir. Ancak, dini odaklı yapısı nedeniyle bireysel eleştirel düşünce ve bilimsel araştırma konularında sınırlı kalmıştır. Bu, Batı’daki eğitim anlayışından önemli bir fark olarak dikkat çeker.


Lykeion gibi Batı tipi kurumlar, bireysel gelişim ve eleştirel düşünceyi teşvik eden bir yapıya sahipken, Doğu’daki medrese tipi eğitim kurumları, toplumsal değerlerin ve dini öğretinin aktarılmasına odaklanmıştır. Bu fark, hem eğitim anlayışının hem de toplumsal yapının çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Batı eğitim sistemi, bireyin toplumsal rolünden ziyade bireysel potansiyelini ön planda tutarken, Doğu eğitimi bireyin toplumsal bağlılıklarını vurgulamış ve bu yolla toplumsal uyumu sağlamaya çalışmıştır.


Bunun yanında sınıfsal farklılıkların Batı eğitiminde, veya Batı eğitimini alabilme olanağında yarattığı fark da göz ardı edilemez. Platon’un Academia’sında veya Aristo’nun Peripatetik Okulu’nda eğitim alabilmek nispeten refah içerisindeki bir ekonomik durumu, spesifik bir cinsiyeti ve etnik kökeni gerektiriyordu. Nitekim Aristo başka bir şehrin yurttaşı olduğundan Atina’da mülk edinmesine izin verilmemiş, okulu kiralık bir binada kurmak zorunda kalmıştı. Antik Yunan toplumundaki sınırlamaları ve seçkinci tutumları göz önüne aldığımızda, öğretilen ve teşvik edilen sorgulama eyleminin zaman zaman eksik kaldığı görülebilir.


Antik Yunan toplumundaki ve felsefecilerindeki etno-merkezcilik de kayda alınması gereken bir unsurdur. Babası Philip II’nin isteğiyle oğlu Alexander’a eğitim veren Aristo, ünlü bir rivayette genç prensi “Yunanların lideri, barbarların despotu” olması konusunda öğütler. Bazı tarihçilere göre İskender’in doğu seferinin fikir babası Doğu halklarını medenileştirilmesi gereken barbarlar olarak değerlendiren Aristo’dur.


Antik Yunan felsefesi ve dolayısıyla eğitimindeki sorunlar, nesilden nesile aktarılarak günümüz Batı düşünce modelinde de kendine yer etmiştir. Teknik başarılara, soyut fikirlere ve bilimsel görüşlere verilen değer insanlığa verilmemiştir.


Doğu'daki lise eğitimine tarihsel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, bu yapıların temelinde İslam dünyasının medrese geleneği olduğu görülür. Medreseler, 10. yüzyıldan itibaren özellikle Abbasi Halifeliği döneminde gelişmiş ve kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İlk sistemli medrese olarak kabul edilen Bağdat’taki Nizamiye Medresesi, 11. yüzyılda kurulmuş ve bu yapı, İslam dünyasında eğitim sisteminin temel taşlarından biri olmuştur. Medreselerde verilen eğitim, dinî bilgilerin yanı sıra matematik, astronomi, tıp ve edebiyat gibi bilimsel ve entelektüel konuları da kapsamıştır. Bu kurumlar, geniş halk kesimlerine hitap etmesiyle dikkat çekerken, özellikle vakıf sistemi aracılığıyla finansal sürdürülebilirlik sağlanmış ve birçok öğrenciye ücretsiz eğitim imkânı sunulmuştur.


Batı'daki Lykeion modelinden farklı olarak, medrese eğitimi daha çok toplumun ihtiyaçlarına ve ahlaki düzenine hizmet etmeye odaklanmıştır. Bu bağlamda, bireyin entelektüel potansiyelini ön plana çıkaran bir yapıdan çok, dini ve toplumsal normlara uygun bireyler yetiştirmek hedeflenmiştir. Ancak, özellikle matematik ve astronomi gibi alanlarda İslam dünyasının Orta Çağ’da yaptığı katkılar, bu kurumların bilimsel araştırmalarda da önemli bir rol oynadığını gösterir. Yine de bu araştırmalar, genellikle dini bir çerçeve içinde kalmış ve eleştirel düşünce yerine mevcut bilgiler üzerinde derinleşmeye odaklanmıştır.


Sosyal ve sınıfsal etkiler açısından bakıldığında, medreselerin çoğunlukla farklı sınıflardan öğrencilere açık olması, Doğu eğitim sisteminin eşitlikçi yönünü öne çıkarır. Batı eğitiminde daha seçkinci bir yapının mevcut olduğu göz önüne alındığında, bu durum Doğu toplumlarında eğitime sosyal katılımı artırıcı bir etki yaratmıştır. Ancak, medreselerin eğitim içeriğinin ağırlıklı olarak dini bilgilerden oluşması, bilimsel inovasyonun ve bireysel sorgulamanın Batı’ya kıyasla sınırlı kalmasına neden olmuştur.


Günümüzde, Doğu’nun ve Batı’nın eğitsel ekollerindeki arızaların gün yüzüne çıkması için yeterince zaman geçtiği söylenebilir. Batı ekolündeki “saf gerçek”, bilimin zulme alet olabilmesine zemin hazırlamış, bilime önem veren medeni halkların önem vermeyen barbarları sömürmesini meşrulaştırmış, ve dünyayı büyük bir haksızlık sahnesine dönüştürmüştür. Doğu’nun eğitimi ise eleştirel düşünceye gereken önemi vermemiş, sorgulanmayı doğru bulmamış; ve kendini dönüştürecek unsurları yok ettiği için gelişemeyerek yabancı güçler tarafından sönümlendirilmiştir. Bugün ihtiyaç olan, Doğu’nun eleştirisiz muhafazakarlığı ve Batı’nın insansız ilerlemeciliği arasında bir denge kurmak; insanlığa layık bir yol geliştirmektir.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page