Mutluluk insanın iyiliğidir.
İyilikten epeyce uzaklaştığımız günümüzde yeniden bize insan olduğumuzu iyi insan olduğumuzu hatırlatacak emareler görmek istiyoruz.
Varsa hepsine dört elle sarılmaya hazırız.
Kötülüğün cehaletin bizi toplum olarak sarmaladığını ve geleceğimizin hızlanarak ellerimizden kayacağını hissediyoruz.
Nedir tüm bunların kaynağı?
Bizi mutsuzluğa, edilgenliğe, pasifliğe iten nedenler neler?
Kendi gücümüzün veya güçsüzlüğümüzün sınırlarını görmek durduğumuz noktayı doğru kavramak için hiç olmadığımız kadar gerçekçi olmak zorundayız.
Hayata karşı bir duruş ve netlik kazanmalıyız.
Bizi özgürleştirici bir eğitim sürecine dahil olmalıyız.
Anlatılan şeyler ne olursa olsun, anlatılma sürecinde cansızlaşma ve taşlaşma eğiliminde.
Eğitim anlatım hastalığından mustarip.
Bilgi kendilerini bilen sayanların yine onlar tarafından hiçbir şey bilmez sayılanlara verdiği bir armağan.
Freire özgürleşmenin ezilenlere armağan edilecek bir şey olmadığını, onların özgürleşme mücadelelerine katılımıyla mümkün olduğunu söylüyor.
Bunun için eğitim sisteminin niteliği çok önemli.
Eğitim hiçbir zaman tarafsız değil.
Ya genç kuşakların bugünkü sistemin mantığına entegrasyonunu kolaylaştırıp , sisteme uyum işlevi görüyor .
Ya da gerçekliği eleştirel ve yaratıcı olarak ele alıp, dünyalarının dönüştürülmesine nasıl katılacaklarını keşfettikleri bir araç olarak özgürlük pratiği haline geliyor.
Ne kadar sessizlik kültürüne gömülü olursa olsun, her insanın ötekilerle diyalog içinde yüzleşerek dünyasına eleştirel bakma yeteneği var.
Ama bu yeteneği, isteği, talebi görmezden gelerek eğitimin kalitesi düşürülüyor,
nitelikli eğitim hakkına sadece küçük bir azınlık sahip oluyor.
Hepimiz yalancı masal anlatıcılarının korkuyu çoğaltan ama yol göstermeyen masallarının kahramanları oluyoruz.
Doğruyu aslında hepimiz biliyoruz.
Ama bunun bedeli çok ağır.
İnsanlar dünya aracılığıyla birbirlerini eğitiyorlar.
Söz yeni bir güç kazanıyor.
Özgürleşme mücadelesine katılım sanıldığı kadar kolay değil.
Özgürlük bazen korkutuyor.
Özgürlük korkusu kişinin hayaletler görmesine yol açıyor.
Birey için özgürlüğün risklerine yeğlediği güvenlik sağlama gayreti bir sığınak oluyor.
Yalancı masalları dinlemek bizi uyuştursa da bildiğimiz bu masallardır.
İnsanlar özgürlük korkularını ender olarak kabul ederler.
Daha çok kendilerini özgürlük savunucuları şeklinde sunarak korkuyu kamufle ederler.
Kendilerine özgürlük bekçiliğini yakıştırarak kuşkularına ve endişelerine köklü bir serinkanlılık havası katarlar.
Çoğunlukla özgürlüğü statükonun sürdürülmesiyle karıştırırlar.
Sahip olduğu konumu, statüyü makamı kaybetmeme uğruna sekterliğe varırlar.
Oysa bizim eleştirel bir ruhla beslenen radikalliğe ihtiyacımız vardır.
Gerçekler çok ağırdır ama birilerinin söylemesi gerekir.
Eleştirel radikallik daima yaratıcıdır.
Sekterlik, var olanı koruma isteği, gerçekleri çarpıtır, eğer ,büker.
Gizemlileştirir ve böylece de yabancılaştırır.
Radikalleşme ise eleştirir ve böylece özgürleştirir.
Radikalleşme somut nesnel gerçekliği dönüştürme çabasına sarılır.
Sekterlik ise gizemlileştirdiği ve irrasyonel olduğu için gerçekliği sahte bir gerçekliğe dönüştürür.
İnsanlaşma problemi daima insanın en temel problemi olduysa da artık kaçınılması imkansız bir mesele niteliğini kazanıyor.
Adaletsiz bir sosyal düzen ölüm, çaresizlik ve sefaletle besleniyor.
Sistemin koruyucu bekçileri ise her zaman yardıma hazır.
Sahte bir yüce gönüllülükle yardım ellerini uzatıyorlar.
Bir yoksulun karnını doyurup, bir çocuğu giydirip, hasta bir kadını tedavi edip ,çocuklarımızı mutlu ettik denilerek boy boy fotoğraflar çektiriliyor.
Ama eğitimsizliği, şiddeti, yozlaşmayı yaratan nedenlerin sistem tarafından her gün yeniden üretildiğini görmemiz istenmiyor.
Gerçek yüce gönüllülük, sahte yardımseverliği besleyen nedenleri yok etme mücadelesinin ta kendisidir.
Sahte yardımseverlik korku içindekileri, boyun eğdirilmişleri, hayatın reddedilmişlerini titrek ellerle avuç açmak zorunda bırakıyor.
Gerçek yüce gönüllülük bu ellerin yardıma daha az gerek duymasını, iş gören ve dünyayı dönüştüren insan elleri haline gelmesini sağlamaya çalışıyor.
Emek ve insan bir diğeri olmadan var olamıyor.
İşlevsel açıdan baskı evcilleştiriyor.
Şiddet ezen, sömüren, ötekileri kişi saymayanlarca başlatılıyor.
Sevgisizliği başlatanlar sevilmeyenler değil, sadece kendilerini sevdikleri için aslında sevmeyi beceremeyenler.
İnsanı reddeden kendilerine insan olma hakkı tanınmayanlar değil, onlardan insanlığı esirgeyenlerdir.
Comments