Otomasyon teknolojilerinin gelişmesiyle beraber insan hayatındaki rolü hızla artan robotlar, hiç şüphesiz geleceğimizde de büyük bir yer kaplayacak. İşin teknik boyutu bir kenarda gelişirken, etik ve felsefi sorunların da benzer bir çabayla ve büyük bir dikkatle tartışılması gerekiyor, aksi takdirde bu teknolojinin de insan tarihindeki birçok buluş gibi “kötü ellere geçmesi” veya olumsuzluklara sebep olması ve geçmişte yapılan hataları tekrarlatması çok mümkün. Çözülmesi gereken birçok sorundan ilki “istihdam sorunu”. Bu sorunu, robotların insanların işlerini “çalması” ve işi çalınan insanların işlerini kaybetmek istememeleri olarak basitçe tanımlayabiliriz. Aslına bakarsak bu sorun sadece robotik ve otomasyon teknolojileri için geçerli değil. Hatta geçmişimizde de -özellikle ülkemizin geçmişinde- bu sorunun sebep olduğu negatif etkileri gözlemlemek mümkün.
Çok uzun zamandır insan topluluklarının ihtiyaç duyduğu işler yine insanlar tarafından yürütülüyor. Bu işler arasında tarım, dokuma, alet imalatı gibi hayatımızın temelinde yer alan sektörler var. Bu durum, sonunda günümüzdeki hâline evrilen bir sosyal düzeni ortaya çıkardı. Bu sosyal düzende bireylerin temel ve lüks ihtiyaçları çoğunlukla işçi sınıfı tarafından üretiliyor. Günümüzde işçiler tarafından yapılan işleri çok daha hızlı ve çok daha doğru yapabilen robot teknolojileri geliştirilmiş durumda ve hâlâ da gelişmeye devam ediyor. Üretim hızının artması o üründen elde edilen kârı da artıracağından, işverenlerin tercihi üretim hatlarında robotların kullanılması yönünde oluyor, bu da maalesef önceden o hatta çalışan işçilerin işlerini kaybetmesine yol açıyor.
Bu duruma karşı işçilerin direniş sergilemesi günümüzün ekonomik şartları düşünüldüğünde gayet anlaşılabilir, ki işçilerin yeni tekniklere ve teknolojilere karşı çıktığı tek örnek günümüzle de sınırlı değil. Belki de en önemli örneklerden birisi İngiltere’de makinelerin işlerini ellerinden almasına karşı çıkan ve makineleri yok etmeye başlayan Luditler. Bunun yanında ülkemizin tarihinde matbaanın gelişine karşı gösterilen tepkiyi de benzer bir durum olarak değerlendirebiliriz. Ancak söz konusu icatların ve teknolojilerin insan ırkını geliştirdiği ve yaşam kalitesini artırdığı da bir gerçek. Dolayısıyla dünyanın mevcut düzenini korumak adına teknolojik gelişimleri durdurmak çok da mantıklı görünmüyor.
Bazı ürünlerin üretim süreci daha rahat olsa da, çoğu ürünün üretimi oldukça yüksek risk oranları barındırıyor. Bunun sonucu olarak sık sık haberlerde gördüğümüz iş kazaları meydana geliyor ve maalesef insanlar hayatını kaybediyor. Bu riskli işlerde robotların çalıştırılması gayet mantıklı, bu şekilde insan ölümlerinin önüne geçilebilir ve bu işler daha hızlı yapılabilir. Zaten bazı yerlerde bu uygulama başlatıldı, fakat insanların geçim kaynaklarını kaybetmesine henüz başarılı bir çözüm bulunamadığı için robotların geniş ölçekte riskli işlerde çalıştırılması şimdilik uygun bir çözüm değil. Robotların çeşitli sektörlerde işe girmesinin toplumun zaten kötü olan sosyal durumunu daha da kötüye götürmemesi için yapılabilecek en mantıklı şey daha çok kişinin daha iyi bir iş ortaya koyabileceği pozisyonlarda yer açılması ve şu anda angarya işlerde çalışan kişilerin kademeli olarak bu pozisyonlara geçirilmesi. Böyle bir uygulama toplumdaki sınıf eşitsizliğini azaltmanın yanında, bilim ve teknoloji alanlarında çalışan kişilerin sayısının artması sebebiyle teknik gelişmemizi de hızlandıracaktır.
Robot Hakları
Çözülmesi gereken bir başka sorun ise hayatımızda büyük yer kaplayacak robotların haklarının neler olacağıdır. Burada söz konusu sorunu çözmek için bir ayrım yapmamız gerekir. Robotların ezilen tarafta olduğu ve çeşitli haklar talep ettiği filmlerde gördüğümüz robot tiplemeleri aslında hep birbirine benzer. İnsan gibi görünen, iki kollu, iki bacaklı ve “zeki” varlıklardır. İzleyici olarak, neredeyse insan gibi görünen bu varlıklara insanlara tanınan hakların tanıması konusunda çok daha anlayışlı ve hevesliyizdir. Buna rağmen bir fabrikada gün boyu diş macunu tüplerinin kapağını monte eden bir robota aynı hakları tanıma konusunda bu kadar anlayışlı olmayabiliyoruz.
Aralarındaki farkı çoğunlukla “zekâ” ve bazen de “bilinç” kavramıyla tanımlarız. İnsan gibi görünen robotlar zeki ve bilinçli oldukları için hakları olmasını hak ederken, insan gibi görünmeyen daha basit robotlar zeki değildir, sadece programlamalarında bulunan bir hareketi defalarca tekrarlayan bir devre zinciridir. Bu anlamda oldukça gelişmiş bir ampul düzeneğine de benzetilebilir. Nasıl evimizde bulunan bir ampul devresine haklar vermeyeceksek, bu robotlara da vermenin gereksiz olduğunu düşünürüz. Şu anda bile birçok yönden çeşitlenmiş ve dallanmış olan robotların gelecekte daha da çeşitleneceği kesin. Bu yüzden de hangilerine hangi hakların verileceği ve daha önemlisi neden bu hakların verileceği çok önemli bir tartışma konusu.
En temel meseleyle başlayalım. Robotlara neden çeşitli haklar verilmeli? İnsanlık tarihinde maalesef defalarca çeşitli yaşam formlarını köleleştirdik ve tamamen kendi ihtiyaçlarımız için kullandık. Bunlar hayvanlar oldu, başka ten renklerine sahip insanlar oldu ve hatta zamanla kendimizden hiçbir farkı olmayan insanlar oldu. Gelecekte robotlar da bu köleleştirmeden nasibini almaya en uygun aday konumunda. Hem programlamaları gereği itaatsizlik seçenekleri şimdilik yok, hem de insanlık tarihindeki neredeyse tüm kölelerden daha çok iş yapabilirler. Geçmişte yaptığımız hataları tekrar yapmamak için bu tür bir köleleştirmeden uzak durmak zorundayız. Yukarıdaki örnek gibi nispeten basit bir programlamayı yerine getiren bir devre bütününü bir yaşam formu yerine koymak anlamsız olur tabii ki, fakat zaman geçtikçe gerçekten “zeki” ve “bilinçli” robotların yapılması durumunda, insanlığın kendi yaratımına yaklaşma yöntemi değişmek zorunda kalacak. Dolayısıyla da makineler arasında bir ayrım yapılması gerekecek.
Bu ayrımı şimdiye kadar en iyi yapan bilimkurgu eserlerinden biri “Star Trek: The Next Generation” dizisinin “The Measure of a Man” isimli 2. sezon 9. bölümü. Bölümde, ekibin değerli Android üyesi Data’ya yapılmak istenen bir deneye karşı Kaptan Picard’ın Data’nın insanlarla aynı haklara sahip olduğunu göstermeye çalışmasını izliyoruz. Bölüm hâlihazırda Next Generation’ın en iyi bölümleri arasında gösterilse de, özellikle Picard’ın son konuşmayı yaptığı sahne tartışmaya yararlı bir grup argüman sunuyor. Bruce Maddox isimli bir sibernetikçi, Data’nın Atılgan’daki bilgisayardan bir farkı olmadığını, nasıl ki geminin bilgisayarının bir tamiri reddetme hakkı yoksa Data’nın da bu deneyi reddetme hakkının bulunmadığını savunur. Picard ise başlangıçta tamamen duygusal nedenlerle Data’nın Federasyon’daki tüm türlere tanınan haklara sahip olduğunu söyler. Daha sonra Federasyon kanununa göre Data’nın gerçekten de mal olduğunu ve haklarının bulunmadığını öğrenmesiyle beraber kanuna karşı çıkar ve bir mahkeme düzenlenmesini ister. Bölümün en etkileyici anları da bu mahkeme sırasında yaşanır.
Data’nın sıradan bir makine olduğunu ve hakları bulunmadığını savunan tarafın iki temel argümanı vardır. Birincisi Data’nın bir makine olması, ikincisi de kendisinin bir insan tarafından üretilmesidir. Picard, birinci argümanı insanların da sadece farklı tür bir makine olduğunu söyleyerek hızlıca çürütür, fakat gerçek dünyamızda bu o kadar kolay olmayabilir. Çünkü makine, bizler için eninde sonunda tasarladığımız, programladığımız ve ürettiğimiz bir araçtır. Böyle bir aracı kendiyle eşit bir pozisyonda görmek insan türü için hiç de kolay olmayacaktır. Günümüzün geleceğe kıyasla gelişmemiş robotik teknolojisi için bu durum bir problem teşkil etmiyor, çünkü şu anda üretmiş olduğumuz robotlar arasında “bilinçli” bir robot yok, dolayısıyla şimdilik kimseyi köleleştirmiş durumda değiliz. Buna rağmen “makine” kelimesinin daha doğru bir tanımını yapmak Picard’ın argümanını doğrulayabilir.
Diğer argüman, gerçek dünyamızda da dizide olduğu kadar hızlıca çürütülebilir. Çocuklar da ebeveynlerinin genetik koduyla meydana gelir, dolayısıyla bir robotun insanlar tarafından üretilmesi mal olduğunu göstermez. Bunun üzerine Picard, Data’nın “sentient” olduğunu kanıtlamaya koyulur. Bu kavram dilimize duygulu, hisli olarak çevriliyor, fakat dizide kullanıldığı anlam daha çok bilinçli ve duyarlı olmak anlamında. Burada yine bir tartışma esnasında Bruce Maddox, “sentient” olmak için üç şart öne sürer: Zekâ, öz farkındalık ve bilinç. Data bölümün sonunda üç kritere de sahip olduğu gerekçesiyle seçme hakkıyla donatılır ve mal statüsü ortadan kaldırılır. Günümüz robotları için ise durum biraz farklı. Bazı robotların günümüzde zeki olduklarını söyleyebiliriz, fakat öz farkındalık ve bilinç kavramlarını henüz yeterince geliştirmiş bir yapay yaşam formu üretebilmiş değiliz.
Söz konusu bölümde öne sürülen 3 koşul gerçekten de duyarlı bir varlık olmak ve yaşama verilen değerin dengini hak etmek için yeterli mi? Şu anki durumumuzda bu değerlendirme yeterli görünüyor, gelecekte dehâmızın ürünlerine nasıl davranacağımız ise sonraki nesillerin tartışacağı bir konu.
コメント