top of page

Tarih Sensin!

( Bizim Hikayemiz – 14 )


Tarihi inşa etmek, şimdiki zamanı yorumlamaktır.


Bunun için Dünya’nın tartılması ve mümkün olanların görülmesi gerekir.


Bu görülebildiğinde, biriktirilebilen unsurların fark edilip, organize edilmeleri gerekir.


İktidarda para veya bilgi gibi birikir, tabii ki insanda.


Uzakdoğu 3 ekonomik- politik dünya demektir örneğin.


Çöl silsilesini denetleyen İslam, etkisini Komorin Burnu’ndan itibaren hissettiren Hindistan ve hem karasal, hem denizsel etkileri denetleyebilen Çin.


Hint ekonomisi Batı’dan İslamiyet’in ve Doğu’dan Çin’in basıncı altında var olabilmiştir hep.


İngilizlerin bölgedeki varlığı bu basıncı azaltmış ancak yerine emperyal bir basınç koymuştur.


İngiltere’deki sanayi devriminin ana aktörlerinden pamuk Hindistan’dan İngiltere’ye taşınmıştır.


Hint işçileri, örneğin Fransız işçilerden 6 kat daha az ücret alıyordu bu dönemde.


Ancak yine de Hindistan’da kapitalist birikim sanayi devrimi sonrası ana akım kapitalizmle eşgüdümlüdür.


Çin’de ise devlet kapitalist birikimi sınırlamış, insani birikimini esas almıştır.


Müslüman olan Moğollar ise “ Aydınlamış Despotizme” yakındılar.


Yani altın yumurtlayan tavuğu kesmemeye çalışıyorlardı, bu nedenle ekim alanlarını geliştirmek ve yeni ekim alanı açmak isteyen köylülere köstek olmadılar.


Özellikle sonraları ele geçirdikleri Hindistan’da Babür İmparatorluğu’nu kurdukları dönemlerde daha da hoşgörülü olup dinsel uzlaşmalar aramaları önemlidir.


Hindistan’da günümüze de yansıyan etnik ve mezhepsel sorunların kaynağını da bu dönemlerde aramak mümkündür.


Yukarıda ifade ettiğimiz gibi iktidar bilgi ve para kadar, insan da biriktirmek zorundadır.


Ve insan birikmediğinde diğerleri birikmemektedir.


Bundan dolayı insanların varoluşsal hallerini, duygularını, inançlarını, hasletlerini ve özlemlerini hesap etmek zorunludur.


Belki de bu nedenle Çin çoğu zaman kendi için bir dünya olmayı seçmiştir.


Çin Seddi saldırılardan korunmak kadar, kendi iç dünyalarında yaşama isteklerinin de bir tezahürüdür kimilerine göre.


Pasifik Okyanusu’na junke gemileriyle etkin olmalarına rağmen denizciliği ve donanmalarını Ming Hanedanı sonrası geliştirmemeleri, metalürji ( Malzeme Bilimi) konusunda Avrupa’dan çok daha ilerde olmalarına rağmen, gemi çıpaları, silahlar, tüfekler ve kılıçlar konusundaki uzmanlıklarına rağmen, bunu bir rekabet unsuru haline getirmemeleri önemlidir.


Devasa bir coğrafyada kalabalık bir nüfus Çin’in birikim modelinin esasını teşkil etmiştir tarih boyunca.


Batı’nın birikim modeli ise çoğunlukla anamalcıdır.


Devrim kelimesi ilk olarak 1688’de İngiltere’de ortaya çıktı.


İngiltere Devrimi’ni o zamanlar dünyanın merkezi olabildiği için yapabilmişti.


Endüstri Devrimi kelimesi ise 1837 yılında Adolphe Blaqui tarafından önerildi.


Bu kavram 1845’ten itibaren Marx ve Engels tarafından sıkça kullanıldı.


1716 – 1717 yıllarında İngiltere’de kurulan ilk değirmen “ İngiltere’deki ilk gerçek fabrika “ İtalya’da 2 yıl boyunca sürdürdükleri endüstriyel casusluğun bir ürünüydü.


Dolayısıyla endüstriyel devrimin tek nedeni makinelerin gelişmişliği değildi, eğer öyle olsaydı İtalyanlar İngilizlerden çok daha öndelerdi.


Üstelik İtalyanlar’da bu bilgileri kendileri yaratmamıştı, Uzakdoğu’ya seyahat eden gezginlerinin, tacirlerinin sayesinde ve Çin ile olan ilişkilerinden devşirmişti.


İlk Hollanda devleti 1648’de bağımsız olan birleşik eyaletlerdi.


Bölgeye Hollanda adı tıpkı İsviçre’de olduğu gibi devleti oluşturan eyaletlerden birinin adından alınarak 1808 yılında verildi.


Hatırlamakta yarar var, Hollanda’nın yüzölçümü 41.850 km2, İsviçre’nin yüzölçümü 41.285 km2 dir.


Coğrafi avantajların yanı sıra yüzölçümlerindeki bu benzerlik, her iki ülkenin ekonomik hayatında doğrudan belirleyicidir.


İster yüksek ticari hareketliliği, ister entelektüel gelişmeleri, ister sosyal gelişmeleri ele alalım sonuç değişmez, küçük her zaman daha hareketlidir.


Övgüyle bahsedilen Atina Demokrasi’sinin ancak 5.000 kişilik bir topluluk için uygulanabildiği, tüm ütopyaların yaklaşık 5.000 kişi için tasarlandığını da hesaba katarsak küçüğün önemi daha iyi anlaşılabilir.


Karşılaştırma yapılabilmesi için Türkiye’nin yüzölçümünün 783.562 km2, Çin’in yüzölçümünün 9.597.000 km2 olduğunu, bunun yukarıda bahsedilen ülkelerden sırasıyla 18 ve 231 kat fazla olduğunu da belirtelim.


Eğer tek başına Çin’in Avrupa Coğrafyası’nın neredeyse tamamına yakın bölümünü kapladığını, Asya Coğrafyası’nın ise Avrupa’dan yaklaşık 4,5 kat büyük olduğunu fark edersek “ Doğu Sorunu “ belki daha sağlıklı bir çerçeveye oturabilir.


Kartezyen bir düzlemde Avrupa Y yani ordinat olarak tarihsel ve zamansal, Asya ise X yani apsis olarak toplumsal ve uzamsal olarak görülebilir.


Batı doğrusal, Doğu döngüseldir, Batı 10’luk dizgeyle, Doğu 12’lik dizgeyle hareket eder.


Bu nedenle diyalektik- materyalist yöntemi benimsemeksizin bu konularda fikir yürütmek pek olası değildir.


Kırlar olmadan kentler, takas olmaksızın para, lüks olmadan sefalet, fakirlik olmadan zenginlik nasıl anlaşılabilir ?


Materyallere karşı özgürlük bizi edebiyata, kölelik ise bilime götürür.


Oysa edebiyat “ Haz İhtiyacımızı “ ve bilim “ Hız İhtiyacımızı “ karşılamak için var edilmediler.


Ruhu olan her şeyi solduran kapitalizme karşı, her nesneye ruh ve canlılık katmaya çalışan devrimcilerin söyleyecekleri sözler de bitmedi daha.


“ Ne kırlarda direnen çiçekler

Ne kentlerde devleşen öfkeler

Henüz elveda demediler. “

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page