top of page

Yeryüzünün Hakimi

( Bizim Hikayemiz – 11 )


İnsan ulaşılması güç yolculukları karasal alanlarda yaptığı gibi denizlerde de gerçekleştirdi.


Örneğin Avustralya ana karasından daha güneyde bir yarımada olan Tasmanya’ya doğru yol aldılar.


Burada Tasmanyalılar diğer Avustralya yerlileri gibi avcılık toplayıcılık yapıyorlardı.


Günümüzden on bin yıl kadar önce okyanus suları yükselmeye başladığında yarımada bir ada halini almıştı.


Adada yaşayanların dış dünya ile irtibatları kesiliyordu.


Avrupalılar adaya ayak bastıklarında hala taştan yapılma kaba aletler kullanan ama toplumsal yaşamları zengin yerlilerle karşılaştılar.


1800’lerin başında “Kara Savaş” olarak adlandırılan savaşta kıtaya medeniyet götürenler tarafından Tasmanyalıların neredeyse tamamı yok edildi.


Beyaz Adam kendi cennetini bulmak için çıktığı güç yolculuklarda gittiği her yere cehennemlerini de beraberinde götürdü.


Günümüzde Beyaz Adam hala kendisinin medeni olduğunu düşünerek, daha az medeni olduğunu düşündüğü uygarlıklara kan, gözyaşı, yoksulluk ve ölüm olarak medeniyetini ulaştırıyor.


Tasmanyalılar izole yaşamlarından dolayı çok fazla değişmeden kalırken Avustralya yerlileri daha karmaşık bir kültür geliştirdiler.


Bir yandan da henüz ayak basılmayan Kuzey Amerika ve Güney Amerika’ya doğru insanın yolculuğu sürüyordu.


Fakat bu göçlerin kim tarafından, ne zaman yapıldığı ise tartışma konusu olmayı sürdürüyor.


Deniz seviyesinin düşük olduğu çağda Sibirya üzerinden avcı toplulukların vahşi hayvanların peşinde kıtaya farkında olmadan gidip geldikleri düşünülüyor.


Günümüzden yaklaşık on bin yıl öncesine kadar insanlar hala ilkel biçimlerde avlanıyorlar, tohumları, meyveleri, hayvan yumurtalarını, bitki köklerini yiyorlardı.


On bin yıl önce ise bir devrim gerçekleşti, tarım devrimi.


Mezopotamya, Yunanca’daki adıyla “ Irmaklar Arasındaki Ülke” uygarlaşmanın ilk yaşandığı yerler olarak kabul ediliyor.


Günümüzde Irak’ın güneyinde kalan bölgenin, bu adımın ilk atıldığı yerleşim yerleri olduğu farz ediliyor.


Bu bölgede ırmaklar, tarım yapmaya elverişli düzlükler, çöller ve bataklıkları aşarak denize dökülüyordu.


Tarım yapılan ilk ürünler buğday ve arpaydı, keçi sürüleri vardı ve sürülerine göz kulak olan köpekleri.


Kerpiçten yapılma küçük evlerde yaşıyorlardı, tehlikelerden ve göçebe yaşayanların saldırılarından korunmak için yerleşimlerinin çevresine surlar örüyorlardı.


Tarih boyunca yerleşim yerleri barbar grupların saldırısına uğramış, zaman içinde bu barbar gruplarda yerleşik kültür halini almış, dönüşmüş ve tekrar başka barbarların saldırısı ile karşılaşmışlar ve bu döngü uzun bir süre boyunca devam etmiş.


Ve yerleşiklik onlara yaşamsal bir gereklilik haline getirdikleri dinleri hediye etmiş.


Sümerlerin taptığı tanrı ve tanrıçaları varmış ve onları memnun etmeleri gerekiyormuş.


Her kentte bir yönetici bulunuyormuş, bu yönetici aynı zamanda dini öndermiş ve onlar için kentlere yüksek kuleler inşa ediliyormuş.


Zigguratlarda yani “ Tapınak Kulelerde” aynı zamanda tanrıların bulunduğuna inanılırmış.


Sümerler uygarlaşmış ve bazı köyleri zamanla otuz beş bin kişilik kentlere dönüşmüş.


Büyük kentler küçük kentleri denetim altına almış ve böylece ilk kent devletleri doğmuş.


Sümerlerin tarihe en güzel hediyesi okuma yazma kültürü olmuş.


Kent kültürü, çömlek çarkının kullanımı, tekerleğin taşıtlarda kullanımı, bir sayının karekökünü ve küp kökünü hesaplama Sümer uygarlığından bize kalan miraslardan bazıları.


Sami Halklarının, Sümerlerin efsane ve yasalarını kendilerine mal ettiği biliniyor.


Eski Mısır Medeniyeti, Sümer Ülkesi’nin Güneybatısında kalıyordu, her ikisi de ırmak boylarında aynı zamanlarda ortaya çıkmıştı.


Binlerce yıl önce Nil Nehri kıyısında da avcı toplayıcı topluluklar yaşıyordu.


Yabani otları topluyor, balık avlıyorlardı sonra tarıma geçtiler ve buğday, arpa ekerek keçi ve koyun beslemeye başladılar.


Bütün uygarlıklar aynı zaman diliminde tarıma geçmedi.


Her biri kendi birikiminin sonucu olarak farklı zamanlarda farklı tarımsal faaliyetlere başladı.


Bunun yanı sıra kültürel gelişmeler oldu.


Mısırlılar da bir yazı sistemi geliştirdiler.


Önceleri tahta veya kil üzerine hiyeroglif dediğimiz resimler yapıyorlardı.


Sonrasında yazıyı biraz daha ileri bir seviyeye taşıdılar ve her sese karşılık gelen bir simge geliştirerek alfabenin öncülü bir sistemi bulmuş oldular.


Kralları için piramitleri inşa ettiler.


Piramitler kral için hem bir anıt hem de bir mezardı.


Piramitlerde köylüler, taşçılar, matematikçiler ve rahipler görev yapıyorlardı.


Mısır o dönemlerde önemli bir güçtü.


Sümerlerde olduğu gibi Mısır'da da coğrafyayı fetheden halklar o zaman kadar oluşmuş kültürel birikimi içselleştirerek varlıklarını geliştirdiler.


İnsanlık ulaşılması güç yolculukları sevdiği kadar imkansız görüneni gerçekleştirmek için de kendinde her zaman bir güç buldu.


Çünkü o kendince hep yeryüzünün hakimiydi.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page