Kentin tarihi aynı zamanda insanlığın, uygarlığın tarihidir ve uygarlık izlerini üzerinde taşır.
Kentler uygarlıktan bağımsız olarak var olmamıştır.
Tarih boyunca çeşitli kültür ve uygarlıkların doğduğu geliştiği ve yayıldığı merkezler olmuştur kentler.
Tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, hem tarımsal hem tarım dışı üretimin ise kontrol edildiği yerlerdir.
İlk kentler artı ürünlerin depolandığı ve dağıtıldığı yerler olmuştur.
Küçük topluluklarda artı ürün, metal araçları üretmeye yetenekli, bu işlere daha fazla zaman ayırabilen birkaç kişinin beslenmesine olanak tanıdı.
İlk basit uzmanlaşma diyebileceğimiz bu durum çiftçiler ile tarım dışı zanaatkarlar arasındaki basit bir işgücü oluşması anlamına geliyordu.
Artı ürün üretimi çiftçilerin de bazı zamanlarını farklı işlere ayırabilmelerini sağladı.
Artı ürünlerin ve zanaat üretimlerinin çoğalması ürünleri kayıt altına alma, ürünleri hem çevresel etkenlerden hem de başka grupların saldırılarından koruma gibi gerekliliklerle beraber merkezi bir otoritenin oluşmasına neden oldu.
Kente ilişkin tanımlar çok çeşitli olabildiği gibi kentlerin nasıl ve hangi amaçlarla ortaya çıktığına dair de tek bir yaklaşım yoktur.
Artı ürün ve ekonomik, askeri, dinsel yapıların kentin doğusuna etkileri olmuştur.
Toprak ve iklim koşullarının uygun olduğu ortamlarda artı ürün oluşabilmektedir.
Artı ürünün üretim yapan insan sayısından daha fazla bir nüfusu beslemesi gerekir.
Sulama kanallarının, sulama yöntemlerinin gelişimi de artı ürün oluşumuna etki eder.
Artı ürünlerin aynı zamanda üretilmeyen diğer ürünlerle takas edilmesi ve bunun için de pazaryerleri olması gerekmektedir.
Bu da ticareti doğurur.
Kentlerin oluşumuna dair yapılan yorumlardan bazıları dinsel yaklaşımladır.
Çatalhöyük örneğinden yola çıkarak tahıl ekimi, saban ve evcil hayvanların keşfi ile değil anıt mezarlar, kültsel uygulamalar ve doğalcı semboller yönünden zengin tapınaklar yoluyla gerçekleştiğini savunurlar.
Pakistan’daki İndus Vadisi’nde yer alan Mohenjo Daro yaklaşık on üç metre yükseklikte dini bir kaleye sahipti.
Mezopotamya düzlüklerinde Ur kentinin büyük tapınağı (Ziggurat) kilometrelerce uzaktan görülebiliyordu.
Kentlerin tarihte ilk ortaya çıktığı dönemi belirlemek biraz zordur.
Buna rağmen MÖ. 6000 ile MÖ.4000’lere doğru belirmeye başladığı söylenebilir.
Araştırmacıların çoğu ilk gerçek kentlerin MÖ.4750’de Sümer ülkesinde görüldüğünü düşünüyor.
MÖ.3000’de Mısır’da, MÖ.2200 yıllarında İndus Vadisi’nde ve 1500 yıllarında Huang Ho boyunca Kuzey Çin’de görüldü.
Kentleşmenin büyük sınır taşları olan Ur, Nippur, Uruk, Teb, Heliopolis, Asur, Ninova ve Babil üç bin yıllık dönemi kapsar.
Neolitik insan henüz düzenli ekim işlemlerini öğrenmeden önce Bereketli Hilal’in ortasında Filistin’de buğdayın yabani atası bulunmuştu.
Mısır’la Mezopotamya arasındaki belki de en büyük bağ, coğrafi açıdan aynı ön koşullara sahip olmalarıydı.
MÖ. 7000’den itibaren otlakları bozkıra ve çöle dönüştüren kuraklaşmayla, büyük nehirlerin bataklıklarla kaplı vadileri tarım için elverişli yerler haline geldi.
Bataklıklar kurutulup su seviyesi denetlenmeye başladıktan sonra bu vadilerin son derece verimli olduğu anlaşıldı.
Sel sularının bıraktığı zengin topraklar çok verimliydi bazen yılda birkaç kez hasat yapılabiliyordu.
Yabani kuşların, av hayvanlarının ve en bilinen hayvansal besin kaynağı olan balıkların bolca bulunmasının da etkisiyle bu bölgelerde, orada burada küçük yerleşimler oluşmaya başladı.
Hurma yetiştiriciliği sayesinde Mezopotamya kültürü daha bol bir çeşitlilik içeren tarım kaynağına sahipti.
Mezopotamya yaşam koşullarının çetin olduğu bir bölgedir.
Yazlar sıcak, kışlar soğuk, yağış ise son derece düşüktür.
Tek su kaynağı ırmaklardır.
Irmaklar yapısı gereği geniş çaplı bir tarıma olanak tanımaz.
Su taşkınları vardır ve suyun kontrol altına alınması gerekmektedir.
Suyun denetim altına alınması süreci kentleşmeyi başlatan sebeplerdendir.
Ayrıca kentleşmenin bir gereği olan toplumsal katmanlar olduğu görülür.
En tepede rahip kral vardır ve toplumda köklü bir sınıf ayrımı bulunmaktadır.
Bunu Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu metinlerden anlıyoruz.
Bu ilk kentler günümüz kentleri ile kıyaslandığında oldukça küçük yerleşimlerdi.
Ancak o dönemin dünya nüfusu ve kent nüfusu orantılandığında MÖ. 6. yüzyılda Babil’in 350 bin ve MÖ. 4. yüzyılda Syracuse’in 400 bin nüfusa sahip olduğu ve buraların küçük nüfuslu kentler olmadığı görülecektir.
İlk kentlerin Nil Nehri Vadisi, Fırat ve Dicle nehirleri arası, İndus Nehri çevresi ve Akdeniz kıyıları gibi büyük nehirler ve ovaların olduğu bölgelerde kurulduğunu gösteriyor.
Bu bölgelerde belli ürünlerin bolluğuna karşın diğerlerinde yaşanan kıtlık ya da yoksunluk, yerleşim yerleri arasında ürün ve malların takasını yani ticareti başlatmıştır.
Ticaretin güvenliğinin sağlanması ihtiyacı ise askeri yapı benzeri oluşumları erki doğurmuştur.
Devlet olarak tanımlanan örgütlenme modeline yakın yapılar ilk kez Yunan sitelerinde görülüyor.
Site yönetimi Sümerler, Babiller, İbraniler gibi pek çok kavimlerde görülmesine karşın Yunan siteleri batıda devletin oluşmasının başlangıcı olarak kabul edilir.
Comments